Date post: | 20-Nov-2023 |
Category: |
Documents |
Upload: | independent |
View: | 0 times |
Download: | 0 times |
T.C.
İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Radyo Televizyon Sinema Anabilim Dalı
Yüksek Lisans Tezi
SİNEMA FİLMLERİNDE İZLEYİCİNİN
ETKİLENMESİNDE ÖNEMLİ ROL OYNAYAN
ÖĞELERDEN BİRİ OLARAK
FİLM MÜZİĞİ
EDA DOĞAN
2501060596
Tez Danışmanı
Doç.Dr. BATTAL ODABAŞ
İstanbul 2009
iii
ÖZ
Gösterimlerde müzik kullanımı sinemanın bulunuşunun dahi öncesine
dayanmaktadır. İlk zamanlardan bugüne dek müziğin filmde kullanım şekli birçok
değişiklik göstermiştir. Ancak ne şekilde olursa olsun amacı filmde verilmek istenen
mesajın etkisini arttırmak ve duyguyu desteklemektir. Müziğin, insanın ruh halinde
kısa süreli de olsa büyük değişiklikler yaratabilen, heyecan, gerilim, neşe, hüzün
gibi duygular uyandırabilen bir unsur olduğu bilim dünyası tarafından da kabul
edilen bir gerçektir. Bu çalışmada, daha önce sınırlı sayıda araştırmaya konu olan
film müziklerinin, filmdeki işlev ve etkilerinin tespitine çalışılmıştır. Bu amaçla
daha önce müziğin etkileri üzerine yapılan araştırmalar taranmış, müziğin etkisini
sorgulayan bir anket çalışması yapılmıştır. Elde edilen veriler SPSS programında
analiz edilmiştir. Bu analiz sonucunda film müziğinin izleyicilere etkileri üzerinde
önemli olabilecek bulgulara ulaşılmıştır.
Anahtar Sözcükler: Sinema, müzik, film müziği, soundtrack.
ABSTRACT
Utilization of music in projections is based on even before cinema's
invention. Utilization forms of music in movies' have been transformed from past to
present. However, by any means its purposes are to increase effect of message
which is intended to give in movie and to support emotion. It is an accepted
scientific fact that music is an element that may effect human's mood even if for a
short period of time and may cause emotions such as excitement, tension, sorrow. In
this study, it is been attemped to prove function and effects of soundtracks that
has been subject to limited number of researches. For this purpose, the researches of
music's effects, that had already been performed, have been browsed; a
questionnaire study which examines music's effect has been performed. Obtained
data was analyzed on SPSS program. As a result of that analysis, the
findings were significant on the effects of the film music on the spectators.
Key Words: Cinema, music, film music, soundtrack.
iv
ÖNSÖZ
Film müziği, akademik çalışmalardan çok, sinemaseverlerin internet
ortamındaki paylaşımlarına konu olan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu
ortamda film müzikleri üzerine yoğun bir bilgi alışverişiyle birlikte, birçok film
müziği hayranı ve koleksiyoncusunun varlığı da dikkati çekmektedir.
Tez çalışmama konu etmeye karar verdiğimde, açıkçası film müziklerinin
işlevlerine ve izleyicide yarattığı duygusal etkilere ilişkin kaynak bulma konusunda
bu kadar sıkıntı çekeceğimi tahmin etmemiştim. Araştırmaya başladığımda ise
işlevleri ve etkileri bir yana, sadece “film müzikleri”ni konu eden kaynakların bile
çok az sayıda olduğunu gördüm. Neyse ki film müziklerinin etkileri zaten, müziğin
etkilerinin doğal bir sonucuydu ve müziğin psikolojik etkilerini araştıran müzikoloji
kaynakları imdadıma yetişti. Bu kaynaklardan film müzikleriyle
ilişkilendirebileceğim satırları özenle seçerken, bu satırları kendi fikirlerimle
fazlasıyla yorumlama zorunluluğum, belki de bu çalışmanın daha özgün bir çalışma
olmasını sağladı ve bana söylenenleri tekrar etmek yerine, kendi fikirlerimi söyleme
imkanı tanıdı. Tabi gerçek anlamda ilgi duyduğum “film müziği” olgusuyla ilgili bu
kadar şey öğrenmek, bunun yanında birçok film izleyip soundtrack albüm dinlemek
de bunun cabası oldu. Türkiye’de gerçekten bu denli az çalışmanın yapılmasına
şaşırdığım bu alanda, bundan sonra daha fazla çalışma yapılmasını ve bu
çalışmamın benden sonra araştırma yapacaklara katkıda bulunmasını içtenlikle
diliyorum.
Bu vesileyle; tez çalışmam boyunca değerli bilgi ve katkılarıyla beni
yönlendiren Tez Danışmanım Doç.Dr. Battal ODABAŞ’a, yine değerli fikirlerinden
faydalandığım hocalarım Doç.Dr. Neşe KARS ve Doç.Dr. Veli POLAT’a, son
olarak sonsuz sabır, anlayış ve manevi destekleriyle beni hiçbir zaman yalnız
bırakmayan aileme en içten teşekkürlerimi sunarım.
Eda DOĞAN
v
İÇİNDEKİLER
ÖZ/ABSTRACT ...................................................................................................III
ÖNSÖZ ..............................................................................................................IV
İÇİNDEKİLER .....................................................................................................V
GİRİŞ ..............................................................................................................10
AMAÇ VE YÖNTEM ..........................................................................................14
Problem .......................................................................................................14
Önem...........................................................................................................15
Amaç ...........................................................................................................16
Varsayımlar.................................................................................................16
Hipotez ........................................................................................................16
Sınırlılıklar ..................................................................................................17
Araştırma Modeli ........................................................................................18
Evren ve Örneklem .....................................................................................18
Verilerin Toplanması ve İşlenmesi .............................................................19
I. SİNEMA, MÜZİK, İZLEYİCİ KAVRAMLARI ...........................................20
A. Sinema Kavramı.............................................................................................20
1. Tarihte Sinemaya İlişkin Buluşlar ve
Gösterimlerde Müzik Kullanımı ................................................................22
2. Sinemada Ses ve Müziğin Sanatsal Boyutu...............................................26
a. Kuramcıların Filmde Ses ve
Müzik Kullanımına İlişkin Görüşleri.....................................................27
(1) Biçimcilerin Görüşleri....................................................................27
i. Hugo Munsterberg .....................................................................28
ii. Rudolf Arnheim.........................................................................29
iii. Susanne K. Langer.....................................................................30
vi
iv. Sergei Eisenstein........................................................................30
(2) Gerçekçilerin Görüşleri ..................................................................33
i. André Bazin ...............................................................................36
ii. Siegfried Kracauer .....................................................................36
B. Müzik Kavramı .............................................................................................38
1. Müziğin Etkilerine İlişkin Düşünceler.......................................................39
a. Tarihte Farklı Toplumların Düşünceleri ................................................40
b. Felsefecilerin Görüşleri..........................................................................42
c. Mitolojide Müziğin Etkilerine İlişkin İnanışlar .....................................44
C. İzleyici Kavramı.............................................................................................49
a. Etkin İzleyici ve Edilgen İzleyici Kavramları........................................50
b. Sihirli Mermi Kuramı.............................................................................51
c. Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı .........................................................52
II. GÖRÜNTÜ-MÜZİK VE SİNEMA-MÜZİK İLİŞKİSİ ...............................53
A. Görüntü ve müziğin ilişkisi............................................................................53
1. Televizyonda müzik...................................................................................55
a. Haber Programlarından Müzik Kullanımı .............................................57
b. Dizi Filmlerde Müzik Kullanımı ...........................................................58
c. Reklamlarda Müzik Kullanımı...............................................................59
d. Müzik Videoları .....................................................................................61
2. Sinema ve Müzik İlişkisinin Endüstriyel Boyutu ......................................63
a. Sektör Olarak Sinema ............................................................................63
(1) Amerika’da Sinema Sektörü ..........................................................64
(2) Avrupa’da Sinema Sektörü ............................................................73
(3) Türkiye’de Sinema Sektörü .................................................. 76 b. Endüstriyel Bir Ürün Olarak Müzik ......................................................81
(1) Türkiye'de Müzik Endüstrisi ..........................................................83
(2) Soundtrack Albümler ve Telif Hakları...........................................87
vii
III. FİLM MÜZİĞİNİN TARİHÇESİ ................................................................93
A. Film Müziğinin Tarihsel Gelişimi .................................................................93
1. Dünyada Film Müziğinin Tarihsel Gelişimi ..............................................94
a. Sinematograf Öncesi Dönemdeki Gösterimler ......................................94
b. Sessiz Sinema Döneminde Müzik .........................................................95
(1) Sessiz Sinema Döneminde
Film Müziği Besteciliğinin Ortaya Çıkışı.......................................96
c. Sesin Filmlerde İlk Kullanımı ve
Sesli Sinema Döneminde Müzik.............................................................97
d. Müzikal Film Dönemi Ve Şarkılı Filmler Dönemi................................98
e. Film Müziklerinin “Altın Çağ”ı .............................................................101
2. Film Müziklerinin Türk Sinemasındaki Tarihsel Gelişimi........................101
3. Film Müziğinde Bestecinin Önemi ...........................................................104
a. Tanınmış Film Müziği Bestecileri .........................................................106
(1) John Williams.................................................................................107
(2) Ennio Moriccone............................................................................108
(3) Danny Elfman ................................................................................110
(4) Jerry Goldsmith ..............................................................................111
(5) Miklos Rozsa..................................................................................112
(6) Max Steiner ....................................................................................113
(7) Alfred Newman..............................................................................114
(8) Cahit Berkay...................................................................................115
(9) Melih Kibar ....................................................................................116
(10) Yalçın Tura....................................................................................118
(11) Nedim Otyam ................................................................................119
(12) Diğer Ünlü Filmlerin Bestecileri...................................................121
IV. FİLM MÜZİĞİNİN İŞLEV VE ETKİLERİ ...............................................123
A. Müziğin Filmdeki İşlevleri ............................................................................124
1. Konunun İçine Çekme ve Tempoyu Sağlama ...........................................124
viii
2. Tanıtma ve Betimleme...............................................................................126
3. Filmi ve Konusunu Çağrıştırma.................................................................127
4. İlgi Çekme ve Eğlendirme ........................................................................128
5. Görüntüyle bütünleşerek beğeniyi arttırma ...............................................129
6. Çerçeveleme .........................................................................130
7. Doruk Noktalarına Vurgu Yapma..............................................................130
8. Müziğin İşlevlerine İlişkin Farklı Görüşler ...............................................131
9. Film Müziğinin Filmde Üstlendiği Roller ................................................132
a. Coğrafya belirtici müzik ........................................................................133
b. Anlamı destekleyici ..............................................................................133
c. Atmosfer belirten ..................................................................................133
d. Duyguyu destekleyici ............................................................................133
e. Vurgulayıcı.............................................................................................133
f. Doldurucu ...............................................................................................133
g. Geçişi sağlayıcı ......................................................................................134
h. Canlılığı vurgulayıcı ..............................................................................134
i. Kurguyla eşleştirilmiş .............................................................................134
j. Gerilim hissettiren ..................................................................................134
k. Doğallık hissi veren ...............................................................................134
l. Zamanın geçtiği duygusu veren..............................................................135
m. Kültürü yansıtıcı ...................................................................................135
10. Film Müziğinin Psikolojik ve Duygusal İşlevi ........................................135
a. Müziğin Dinleyici Üzerindeki Etkileri ..................................................137
(1) Biyolojik Etkiler.............................................................................137
(2) Psikolojik ve Duygusal Etkiler.......................................................140
i. Müziğin Görüntüden Bağımsız
Psikolojik ve Duygusal Etkileri ...................................................140
ii. Müziğin Armonik Açıdan Duygusal Etkileri .............................141
iii. Akorların Ruhsal Anlamları ......................................................142
iv. Müziğin Görüntüye Bağlı Duygusal Etkileri.............................145
ix
v. Görüntüye Paralel Müzikle Etki Yaratma ..................................147
vi. Görüntüye Zıt Müzikle Etki Yaratma........................................150
SONUÇ… ..............................................................................................................152
KAYNAKÇA .........................................................................................................158
EK1-Müzikal Terimler.........................................................................................166
EK2-Anket Analiz Sonuçları ...............................................................................169
10
GİRİŞ
Hareketli görüntüyü kaydederek, gerçeğe en çok yaklaşmayı başaran sinema
sanatı, ardından teknolojiden aldığı güçle gerektiğinde gerçeği bozguna uğratarak
üzerindeki ilgiyi daima canlı tutmuştur. Yeni teknik ve yaklaşımlarıyla, izleyici
istatistiklerine bakıldığında 21. yüzyılın en popüler sanatlarından birinin sinema
olduğu söylenebilmektedir.
Günümüzde sinemayı sadece “sanat” olarak ele almak yanlış değil, ancak
birçok görüşü saf dışı bırakacak eksik bir ifade olacaktır. Çünkü sinemanın sanat
olmanın yanında kültürel bir unsur ve önemli bir kitle iletişim aracı -buna bağlı
olarak bazen siyasi bir propaganda aracı- olduğu birçok kişi tarafından kabul edilen
bir gerçektir. Bunlara ek olarak, sinemanın, her yıl birçoğu evrensel nitelikte sayısız
ürün ortaya koyan, her ülkede yüz binlerce kişiye istihdam sağlayan, reklam aracı
olarak ise, özellikle televizyonda reklam yasağı olan sektörlere ciddi destek veren
bir endüstri olduğu bilinmektedir.
Sinemanın bağlantılı olduğu, desteklediği ve destek aldığı birçok sektör
olduğu gibi, kendi içinde yarattığı ciddi hacimde sektörlerin de bulunduğu
bilinmektedir ki “film müziği sektörü”, bunların en eski ve en büyük olanıdır.
Sinematografın doğduğu 1890’lı yıllarda, oldukça gürültülü çalışan bu aletin sesini
örtmek amacıyla, gösterimler sırasında filme piyanonun eşlik etmesiyle
kullanılmaya başlanan film müziği; 20. yüzyılın ilk yıllarında sinema salonlarında,
sessiz filmlerin sahnelerine uygun senfonik müzikler çalan film müziği
orkestralarıyla birlikte kazanç getiren bir sektör halini almıştır. Ardından film müziği
besteciliği ile ciddi boyutlara ulaşan film müziklerinin, zaman içinde elde edilen
kazancın, teknolojik koşullara göre şekil değiştirerek soundtrack olgusuyla
günümüze kadar geldiği görülmektedir.
11
Böylece kapitalizmin bir getirisi olarak filmlerle birlikte film müziklerinin de
sanat olmanın yanı sıra birer ticari meta –dolayısıyla bireysel birer ihtiyaç- halini
aldığı ortaya çıkmaktadır. Sinema sektörünün içinde gelişen ve yeni gibi
görünmesine rağmen en az sinema tarihi kadar eski olan bu sektörün hızla büyüdüğü
varsayıldığında, mesele ekonomik ve toplumsal açıdan önem kazanmakta, bu
noktada sektörün büyümesindeki sosyal, hatta daha da derine inerek psikolojik
sebeplerinin irdelenmesi ihtiyacı doğmaktadır.
Müziğin, insanın ruh halinde kısa süreli de olsa büyük değişiklikler
yaratabilen, heyecan, gerilim, neşe, hüzün gibi duygular uyandırabilen bir unsur
olduğu bilim dünyası tarafından da kabul edilen bir gerçektir. Öyle ki, müzik
yoluyla ruhsal durumu etkileme yöntemi, tıp dünyasında ruhsal bozuklukların
tedavisinde uygulanmakta, yatıştırıcı, heyecanlandırıcı, uyarıcı ya da başka
özellikleri bakımından, belli müzik parçaları seçilerek hastalara bunları genellikle
grup halinde dinletilmektedir.
Tek başına dahi, dinleyicisinde büyük bir duygusal etki yaratan müziğin,
görüntüyle eşleştiğinde izleyicinin ruh halinde değişiklikler yapması kaçınılmaz bir
durumdur. Bu etkinin süresi tartışılabilir olmakla birlikte, film yapımcılarının hedefi
bu sürenin en azından film boyunca devam etmesidir. Hatta filmden sonra da etkisi
ne kadar uzun sürerse, filmin kulaktan kulağa yapılacak reklamı da o kadar fazla
olacaktır. Bu da film müziğinin, filmin daha fazla izleyiciye ulaşmasına katkı
sağlaması demektir.
Film müziğinin kısa süreli etkisi, filmin tanıtımında bu şekilde rol oynarken,
uzun süreli etkisi ise uzun süre hatırlanabilmesinde rol oynamakta, dolayısıyla
filmin başarısını doğrudan etkilemektedir. Başyapıt olarak nitelendirilen filmlerin,
genellikle müzikleriyle anılması belki de bu yüzden gerçekleşmektedir.
12
Sinema, müziğin söz konusu etkilerini kullanarak hem eserlerinin etkileyici
gücünü, dolayısıyla değerini arttırmakta; hem de piyasaya beğenilen filmlerin müzik
albümleri sürerek sinema yapıtlarından bu sayede daha fazla marj
sağlayabilmektedir. Film müziğinin bu etkisinin sebeplerini irdelemek amacıyla
yapılan bu çalışmada, sinemanın doğuşundan bu yana gelişerek süregelen,
“soundtrack”lerin müzik listelerinde haftalarca ilk sıralarda yer almasını,
albümlerinin satış rekorları kırmasını sağlayan bu ilgi ve beğeni, sinema izleyicisi
üzerinden değerlendirilecektir. Bu beğeniyi sağlayan film müziklerinin, bahsedilen
işlev ve etkilerini doğrulayabilmek için ise, etkiler müzik ile ilgili bilinen birçok
bilimsel nedene dayandırılacaktır.
Müzikli görüntüleri açıklamaya çalışan araştırmacılar, postmodern özelliklere
uygun bir biçimde, bu yapımların sadece görüntü yönü üzerinde durmaktadırlar ve
ses yönünü nerdeyse hiç dikkate almamaktadırlar. Film çözümlemelerinde
genellikle görüntü üzerinden gidilmekte, filmsel anlatımından önemli unsurları olan
ses ve müziği dikkate almamaktadır. Faruk Kalkan’ın (1993) belirttiği gibi film
üzerine yapılan araştırmalarda sadece görüntü izi üzerinde çalışmak işin kolay
yönüdür. Yalnızca imgeyi tanımlayan ve sınıflandıran bu araştırmalar, ses ve müziği
de dahil ederek filmi bir bütün olarak ele almadıkları için filmsel yapıyı anlamlı bir
biçimde çözümleyememektedir (Çelikcan, 1996:18-19). Bu çalışmayla bu eksikliğin
giderilmesi yönünde bir adım atılmaya çalışılacaktır.
Bu bağlamda çalışmada öncelikle film müziğiyle ilişkili kavramlar; film
müziğinin sektörel boyutu, tarihçesi ve bestecileri yer alacak; ardından da müziğin
filmdeki duyguyu veren, izleyicinin filmden etkilenmesindeki en büyük rolü
oynayan faktör olduğu iddiası; müziğin filmdeki işlevleriyle ve daha önceden
müziğin psikolojik etkileri üzerine yapılmış birçok bilimsel araştırmayla
doğrulanmaya çalışılacaktır.
13
Filmdeki kullanımıyla bağlantılı olarak müziğin, sinema izleyicisi üzerindeki
etkilerini araştırmak adına anket çalışmasının da gerekli olduğu düşünülmüş; bu
amaçla hazırlanan anket çalışmasında deneklere müziğin işlev ve etkileriyle ilgili
sorular yönelterek, bu durumun istatistiksel tespiti yapılmaya çalışılmıştır.
14
AMAÇ VE YÖNTEM
Problem
İlk olarak, sinemanın bulunduğu yıllarda, gürültülü film makinelerinin
seslerini örtmek amacıyla kullanılan film müziği, zaman içinde sinemanın ayrılmaz
bir parçası durumuna gelmiş, günümüzde ise neredeyse sinemadan ayrı bir sektör
halini almıştır.
1900’lerin ilk yıllarında sessiz filmlere, izleyicinin sıkılmaması için
piyanoyla rasgele çalınan klasik eserler eşlik etmiş, 1930’larla birlikte sesli film
dönemine gelindiğinde ise filmin tarzı ve karakterini belli eden müzikler
bestelenmeye başlamış, hatta “film müziği besteciliği” ciddi ün ve gelir getiren bir
meslek halini almıştır. Bu dönemden sonra, müziğin filmdeki öneminin
anlaşılmasıyla birlikte gözlenen hızlı değişimle “müzikal film”, “operet”1 gibi türler
ortaya çıkmıştır.
1940’lara gelindiğinde bestecilerin, müziği filmden de öne çıkaran başarılı
çalışmalarıyla birlikte birçok film, müzikleriyle birlikte anılmaya başlamıştır. Bu
gelişme “film müziği albümü”, kavramının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Artık
beğenilen filmlerin müzikleri, müzik listelerine ön sıralardan girmeye başlamıştır. O
dönemlerden günümüze kadar birçok film müziği albümü, en çok satılan albümler
arasında yerlerini almışlardır.
Film müziklerinin sektörel anlamda ayrılmaya başladığı yıllar 1990’lı
yılların başıdır. Film müzikleri olgusu bu yıllarda “soundtrack” kelimesi ile dilimize
girerek, kendisine sinemadan farklı bir alan yaratmayı başarmış ve ekonomik alanda
da film yapımcılarına yeni bir sektör oluşturmuştur. Artık filmlerin gösterime
1 Şarkılı film.
15
girmesiyle birlikte film için bestelenmiş veya filmde çalan müziklerin içinde
bulunduğu “soundtrack albüm”leri piyasaya çıkmaya başlamıştır.
Tüm bu toplumsal ve ekonomik sonuçları doğuran film müziklerinin, söz
konusu filmlerin izlenmesindeki payı; bu payının duygusal, psikolojik ve hatta
biyolojik sebepleri birer tartışma ve merak konusudur.
Önem
“Dinlemeden duyulan öğe” olarak nitelendirilen film müziklerinin izleyici
üzerindeki etkileri, buna bağlı olarak da filmlerin etkileyiciliğinde, akılda
kalıcılığındaki rolü, önemine rağmen ülkemizde çok az sayıda araştırmaya konu
olmuştur.
Birçok yönetmen, amaçlarının seyirciyi filmin içine en kısa zamanda
çekebilmek olduğunu açıkça ifade etmektedir. Dolayısıyla müziğin, filmde
verilmeye çalışılan duygunun etkisini arttırarak izleyiciyi daha fazla etkilemek ve
izleyici tarafından daha uzun süre hatırlanabilmek için hangi şekilde kullanılması
gerektiğinin tespit edilmesi gerekmektedir. Bu tespit ancak, film müziğinin duygusal
etkilerinin bilimsel sebeplere dayandırılarak doğrulanması ile gerçekleşebilecektir.
Bu çalışmanın filmde müziğin izlenmedeki etkisinin ölçülmesiyle, müzik
kullanımının ne denli önemli olduğunun ve ne şekilde kullanılması gerektiğinin
tespit edileceği, ayrıca bu konuda bundan sonra yapılacak araştırmalara ışık tutacağı
düşünülmektedir.
16
Amaç
Bu araştırmayla müziğin filmdeki önemi, kullanım şekli, işlevi ve izleyici
üzerindeki etkisi irdelenecektir. Bu amaçla yanıtlanacak sorular şunlardır:
- Bir filmin izleyici etkilemesindeki en önemli unsur müzik midir?
- Filmin beğenilmesinde müziğin payı nedir?
- Müziğin filmdeki işlevleri nelerdir?
- Filmde, müzik duygusal anlamda etkileyici bir öğe midir?
- Müzik, sahnelerdeki duyguyu destekleyerek filmin etkisini arttırır mı?
Varsayımlar
- Sinema filmlerinin çoğunda yoğun bir biçimde müzik kullanıldığı,
- Üniversitelerin iletişim fakültelerinde okuyan öğrencilerin sinema ile daha
fazla ilgilendiği ve bu konuda daha doğru tespitler yapabileceği,
- Son sınıf öğrencilerinin yaş ortalamasının, dolayısıyla da yetişkinlik
düzeylerinin alt sınıflara oranla daha yüksek olduğu, bu nedenle de anketin
Türkiye geneline daha yakın sonuçlar vereceği varsayılmıştır.
Hipotez
Bu çalışmanın çıkış noktası, film müziklerinin sinema izleyicisi üzerindeki
duygusal etkileridir. Bu çerçevede ortaya atılan iddia; müziğin izleyici üzerinde,
filmdeki kullanılış amacına, şekline ve yerine göre önemli ölçüde duygusal etki
yarattığıdır. Bu bağlamda, bir filmin veya bir sahnenin izleyici üzerinde yarattığı
17
duygusal etkinin, büyük oranda müzikten kaynaklandığı düşünülmektedir ve bu
çalışma kapsamında bu düşünce araştırılacaktır.
Sınırlılıklar
Araştırma, Türkiye’nin İstanbul ilindeki İstanbul Üniversitesi İletişim
Fakültesi ve İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki dördüncü sınıf
öğrencilerine uygulanmıştır.
Araştırmayı 1’den fazla üniversitede yapmanın daha doğru sonuç vereceği
düşünülmüş, bu nedenle iki üniversite seçilmiştir.
Ankette soundtrack albümü satın alma alışkanlığı gibi ekonomik bağlantılı
bir unsurun da irdelenmesi sebebiyle, seçilen iki üniversitenin biri devlet, diğeri ise
vakıf üniversiteleri arasından seçilmiştir.
Üniversitelerin iletişim fakültelerinde okuyan öğrencilerin sinema ile daha
fazla ilgilendiği ve bu konuda daha doğru tespitler yapabileceği düşünüldüğü için
çalışma, iletişim fakülteleriyle sınırlı tutulmuştur.
Son sınıf öğrencilerinin yaş ortalamasının, dolayısıyla da yetişkinlik
düzeylerinin alt sınıflara oranla daha yüksek olduğu, bu nedenle de anketin Türkiye
geneline daha yakın sonuçlar vereceği düşünüldüğü için anket sadece dördüncü sınıf
öğrencilerine uygulanmıştır.
18
Araştırma Modeli
Araştırma tarama modelindedir. Alan araştırması tekniği uygulanmış ve bu
bağlamda anket tekniğine başvurulmuştur. Anket, İstanbul Üniversitesi İletişim
Fakültesi ve İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki dördüncü sınıf
öğrencilerine uygulanmıştır. Anketler dördüncü sınıf öğrencilerine tesadüfi
örneklem yöntemiyle dağıtılmıştır. Anket 7 tane çoktan seçmeli, 5 tane kapalı uçlu
(evet-hayır) sorudan oluşmaktadır. Sonuçlara, elde edilen verilerin bilgisayar
ortamında analiz edilmesi ve basit frekans dağılımı ile korelasyon hesaplamalarına
tabi tutulması yoluyla ulaşılmıştır.
Evren ve Örneklem
Araştırmanın evreni İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Bilgi
Üniversitesi İletişim Fakültesi’dir.
Örneklem evrenin % 10’u oranındadır.
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki 441 adet dördüncü sınıf
öğrencisinin %10’u olan 44,1’in yaklaşık eşiti 44 öğrencidir. Bu 44 öğrenci, 441
adet öğrenci arasından tesadüfi örneklem yöntemiyle seçilerek anket uygulamasına
tabi tutulmuştur.
İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde ise 367 adet dördüncü sınıf
öğrencisi bulunmaktadır. 367’nin % 10’u olan 36,7 sayısı yine yaklaşık eşiti olan bir
üst sayıya yuvarlanarak 37 adet dördüncü sınıf öğrencisi tesadüfi örneklem
yöntemiyle seçilerek anket uygulamasına tabi tutulmuştur.
19
Toplamda 808 olan evren, % 10’u olan 80,7’nin yaklaşık eşiti 81 öğrenciyle
temsil edilmiştir.
Verilerin Toplanması ve İşlenmesi
Veriler, uzman öğretim üyelerinin görüşleri alındıktan sonra hazırlanan anket
yoluyla elde edilmiştir. Gerekli makamlardan izin alındıktan sonra İstanbul
Üniversitesi ve İstanbul Bilgi Üniversitesi'ne bağlı iletişim fakültelerindeki
bölümlerin örgün öğretim dördüncü sınıf öğrencilerine uygulanmıştır. Anketler,
sınıf ortamında ve müdahale edilmeksizin, gerekli yardımlarda bulunularak
öğrencilere uygulanmış ve aynı ders saati içinde toplanmıştır. Elde edilen veriler
SPSS programında analiz edilmiştir. Bu analiz sonucunda film müziğinin
izleyicilere etkileri üzerinde önemli olabilecek bulgulara ulaşılmıştır.
20
I. SİNEMA, MÜZİK, İZLEYİCİ KAVRAMLARI
A. Sinema Kavramı
Sinema teknik olarak, herhangi bir hareketi düzenli aralıklarla parçalara
bölerek bunların resimlerini belirleme ve sonra bunları gösterici yardımıyla karanlık
bir yerde, bir ekran üzerinde yansıtarak hareketi yeniden oluşturma işidir. Güzel
sanatların bir dalı olarak ise yansıtılmaya uygun olan filmleri gerçekleştirme ve
yaratma sanatı, beyaz perde, yedinci sanat olarak tanımlanmaktadır (TDK, Türk Dil
Kurumu Türkçe Sözlük, 2009: çevrimiçi).
Terim olarak sinema birkaç anlama gelmektedir. Bunlar; izleyicilerin filmleri
topluca görebilmeleri için özel olarak yapılmış yapı, herhangi bir devinimi, düzenli
aralıklarla parçalara bölerek bunların resimlerini saptama, sonra bunları gösterici
yardımıyla karanlık bir yerde görüntülük üzerine yansıtarak devinimi yeniden
oluşturma işi, bir ülkede sinemayı oluşturmak üzere gerekli kuruluşların tümü,
sinema işleyimi, sinemayı oluşturmak için yapılan çalışmaların tümü, bir ülkenin
kendine özgü nitelikler taşıyan ulusal sineması olarak sıralanabilmektedir (TDK,
Türk Dil Kurumu Sinema ve Televizyon Terimleri Sözlüğü, 2009:çevrimiçi).
Ayrıca Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na göre her çeşit estetik, bilimsel,
öğretici veya teknik özellikte olan veya günlük olayları tespit eden, tespit edildiği
gerece bakılmaksızın, elektronik veya mekanik veya benzeri araçlarla gösterilebilen,
sesli veya sessiz, birbiriyle ilişkili hareketli görüntüler dizisi, sinema eseri
kapsamına alınmaktadır (T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 5846 sayılı Fikir ve
Sanat Eserleri Kanunu, Madde 5, 2009:çevrimiçi).
21
Sinemanın “filmleri tasarlama ve gerçekleştirme sanatı”, “film gösterilerinin
izlendiği salon”, “filmlerin yapımı ve dağıtımıyla ilgili sanayi dalı” şeklinde farklı
tanımları bulunmaktadır. (Büyük Larousse, C:XX, 1986:10558).
Sinema kelimesi aşağıda anlamı ve tarihçesi açıklanacak olan sinematograf
kelimesinin kısaltmasıdır (TDK, Türk Dil Kurumu Sinema ve Televizyon Terimleri
Sözlüğü 1981, 2009:çevrimiçi). Bu isim Eski Yunancada hareket anlamına gelen
kinema ve yazmak anlamına gelen vegrefeion kelimeleri birleştirilerek ortaya
çıkmıştır. Zamanla bu da kısalarak sinema hatta sine haline gelmiştir. Anglo-Sakson
ülkelerde ise buna moton picture yani hareket resmi, kısalmış şekliyle de movie
denmektedir. (Hayat Ansiklopedisi, C:VI, t.y.:2890)
Sinema “görüntü, ışık, ses ve müzikle yapılan öyküyü içeren bir ürün, bu
ürünü taşıyan ve gösteren araçlar, bu ürünü ve bu araçları üreten örgütlü bir sosyal
yapı (şirket veya kurum) ve yapısal ilişkiler; bu ürünü, araçları, örgütlü yapıyı ve
ilişkileri açıklayan, meşrulaştıran, bazen de eleştiren örgütlü ve örgütsüz düşünsel
üretim” olarak da tanımlanabilmektedir. Dolayısıyla sinema seyir için üretilen bir
ürün ve bu ürünün ideolojisiyle ilgili örgütlü bir faaliyeti, bu faaliyetin amaç ve
sorunlarını anlatır (Erdoğan, Solmaz, 2005:33).
Gözün önünden saniyede 12’den az resim geçirilirse, hareketi kopuk kopuk
görür. Daha fazla resim geçtiğinde, artık göz her resmi teker teker göremez, imgeler
birbirine eklenir. Çünkü gözün bir kusuru vardır; göze çarpan her imge, saniyenin
onda biri kadar bir zaman hafızadan silinmez. Gözün bu kusurundan yararlanarak,
hareketleri bu esasa göre parçalayıp çekilen resimleri arka arkaya dizip gözümüzün
önünden geçirerek fotoğrafları bize canlı gibi gösteren makineye sinematograf
denmektedir. Eski Yunancadan alınan kinema (hareket), grefeion (yazmak)
kelimeleri birleştirilmiş, bu ad ortaya çıkmıştır. Zamanla bu da kısalarak sinema,
hatta sine haline gelmiştir. Anglo-Sakson ülkelerde ise buna moton picture (hareket
resmi), kısalmış şekliyle de movie denmektedir (Hayat Ansiklopedisi, C:VI,
t.y.:2890).
22
Görüş algısının sürmesi ya da ağtabakası izlenimi de denen sinema olgusu
ilk olarak 1824’te, İngiliz hekim P.M. Roget tarafından açıklanmıştır. Roget bir
nesnenin birbirine yakın ardışık konumlarını gösteren resimlerin hızla gözün
önünden geçirilmesi sırasında, gözün bunları hareket eden tek bir nesne gibi
gördüğünü belirlemiştir (Lafferty, 1997:50).
1. Tarihte Sinemaya İlişkin Buluşlar ve Gösterimlerde Müzik
Kullanımı
Geçtiğimiz yüzyılın Görüntü Çağı olarak adlandırılmasına sebep olacak
kadar büyük bir buluş olan sinema, 1895 yılında Lumiére kardeşler tarafından
“sinematograf”ın icat edilmesine kadar, farklı uluslardan birçok kişi tarafından
olgunlaştırılmış bir çalışmanın sonucudur. Bu yüzden sinemayı sadece Lumiére
kardeşlere mal etmek yanlış olacaktır.
Gözün bir kusurundan faydalanarak, dizilmiş fotoğrafları hareket ediyormuş
gibi algılamamızı sağlayan sinema, bulunmasına kadar birçok aşamadan geçmiştir.
Hareket eden resim düşüncesi milattan 65 yıl öncesine kadar iner. Latin
filozofu Lucretius De Rerum Natura (Varlığın Yapısı) adlı kitabında, hareket eden
gölgelerden bahsetmiş, hatta bu gölgeleri meydana getirecek bir aleti de anlatmıştır
(Hayat Ansiklopedisi, C:VI, t.y.:2890).
Ancak en genel-geçer haliyle sinemanın bulunuşunun ilk adımı, fotoğrafın
icadının da ilk adımı olan karanlık oda (camera obscura)nın 16. yüzyılda
bulunuşudur.
Rönesans döneminde Avrupa’da bilim adamları ve illüzyonistler, karanlık
oda görüntüleri üzerinde deneyler yapmışlardır. Küçük karanlık bir kutunun bir
23
kenarından çok küçük bir delik açılırsa dışarıdaki bir şeklin görüntüsü karşı kenara
ters olarak yansıtılabilir. Leonardo da Vinci bu görüntülerle ilgilenmiş ve camera
obscura’nın özelliklerini ve bazı ilkelerini sistemli bir şekilde açıklamıştır (Tekinalp,
2003: 22). Sonraları çeşitli mercekler ve aynalarla sistem geliştirilmiş, böylelikle
fotoğraf makinesine kadar gelinmiştir.
Sinemanın esasında iki temele dayandırılması mümkündür. Bunlardan ilki
fotoğraf, diğeri ise belli sayıda fotoğrafın, belli bir hızda hareket ettirilmesidir. Bu
bağlamda sinemanın ortaya çıkışındaki en önemli iki dönüm noktası olarak, ilk
kalıcı görüntünün elde edilmesi ve sihirli lamba (büyülü fener)nın bulunması kabul
edilebilir.
Fotoğrafçılığın gelişmesi Joseph Niépce ve Louis Daguerre adındaki iki
Fransız ile başlamıştır. Bunlardan Niepce 1816’da vernikle saydam bir hale
getirilmiş olan kağıt üzerindeki resmi, kalay levha üzerine geçirmeyi başarmıştır
(Hayat Ansiklopedisi, C:VI, t.y.:1281). Böylece tarihte belgelere geçen ilk kalıcı
görüntü elde edilmiş olmaktadır.
1839’da Niepce ve ortağı Louis Jacques Daguerre, üstün bir fotoğraf çekme
işlemi geliştirerek, sonradan adıyla anılan dagerreyotip yöntemini bulmuşlardır
(Lafferty, 1997:40).
Bu buluşları takip eden sihirli lamba ise cama boyanmış bir resim üzerine
güneş ışığı yerine yapay bir ışık tutarak bir mercek aracılığıyla, camdaki resmi
karşıdaki perdeye büyütülmüş olarak yansıtma esasına dayanır (Tekinalp, 2003:23).
Tarihe geçmiş ilk görüntü-müzik eşleşmesi büyülü fenerin bulunmasıyla olmuştur.
Çizgi filmin babası olarak bilinen Emile Reynaud 1891-1896 yılları arasında,
Praksinoskop adı altında geliştirdiği alet yardımıyla halka Théatre Optique’te 15-20
dakikalık hareketli resimler göstermeyi başarabilmiştir. Üstelik bunu müzik
eşliğinde yapmaktadır. Reynaud’un gösterileri için müzikler Gaston Paulin
24
tarafından hazırlanmıştır. Hatta bu praksinoskop gösterilerinden Pauvre Pierrot adlı
olanında bir serenad bile bulunmaktadır. Bu biçimde müzik, daha doğmadan önce
sinemayla tanışmış olmuştur. Dolayısıyla film müziği, sinemadan daha yaşlıdır
denebilir (Konuralp, 2004:18).
Bu dönemde gösterimlerde müzik kullanılmasının sebebi, genelde bir
makaranın çevrilmesi esasına dayanan gösterim aletlerinden çıkan sesi örtmek
olarak düşünülebilir. İzleyicinin görüntüden sıkılmaması da bir diğer sebeptir.
Aynı dönemde yapılan farklı denemelerde, bir sürü girişimlerde bulunulmuş
ve sonuçta ortaya büyülü fener dışında Tomotrop, Fenakistiskop, Zoetrope,
Daedaleum gibi bir takım icatlar ortaya çıkmıştır (Tablo 1). Ama hepsinde çok da
verimli olmayan sonuçlar elde edilmiştir. Hiçbiri topluluğa gösterilecek tarzda
değillerdir. Bundan dolayı bu buluşlar müziksiz ortamlarda gösterilmiştir (Konuralp,
2004:18).
Bu dönemlerde yapılan gösterimlerin, daha sonra yapılacak film gösterimleri
kadar ilgi görmemesinin, müziksiz ortamlarda gösterilmesinden kaynaklandığı
düşünülmektedir. Lumiere kardeşler ile başlayan ve hızla artan bir ilgi toplayan
sinema, toplu halde piyano ya da orkestra eşliğinde yapılan gösterimler sebebiyle
kendinden önceki gösterim biçimlerinden hatırı sayılır bir farkla ayrılmıştır.
Kineteskop adlı alet, fonograf (silindir) aracılığıyla, eğer görüntünün
kaydedilmesi sırasında bir dip müzik kullanıldıysa bu müziği iletebilmiş ancak bu
alet ile tek kişiye gösterim yapılabildiği için fazla ilgi görmemiştir.(Konuralp,
2004:18)
25
Tarih Gelişme 1640 Kirchner, bir Alman Jesuit, büyülü feneri yaptı 1794 Panorama, sinema salonlarının öncüsü açıldı 1824 Peter Roget imajların kalıcılığına dikkati çekti 1832 Belçika'da phenakistoscope; Belgium ve Avusturya'da stroboscope 1838 İngiltere'de Wheatstone's stereoscope resimleri üç boyutlu gösterdi 1878 Muybridge hareket eden atın resmini çekti 1878 France, praxinoscope, görüntü oyuncağı
1889 T. Edison ve W. Dickson ilk hareketli resim kamerasını (kinetography) ve seyrediciyi (kinetoscope) yaptı
1890 İngiltere'de, Friese-Greene kinematograph kamera ve projektör yaptı. 1892 Edison ve Dickson peep-show kinetoscope yaptı.
1894 Lumiere kardeşler R. Paul'un kamerasını cinemagraphe yaratmak için aldı (Sinema adı bundan çıktı)
1895 Lumiere kardeşler Paris'te ilk hareketli resim kamerasını yaptı, ilk sinema salonunu açtı ve ilk filmi gösterdi
1896 Edison perdeye yansıtma sistemini vitascope diye adlandırdı; İlk sinema salonu New York'ta açıldı
1907 Bell and Howell film projeksiyon sistemini geliştirdi 1908 ABD'de, Smith gerçek renkli hareketli resmileri sundu 1912 Elle çevrilen film kameraları yerini motorla çevrilen aldı.
1922
Fox Movietone Haber film'de ses deneyimi yaptı Technicolor filmler için iki renk sürecini sundu Almanya'da UFSA "optical ses track" olan film yaptı. Kırmızı ve yeşil mercekle seyredilen ilk üç boyutlu film
1927 İlk sesli sinema "The Jazz Singer" ayrı phonograph kaydıyla vitaphone teknolojisini kullandı
1930 Sesli sinema kabul edilen standart oldu 1935 Eastman-Kodak'dan kodachrome renkli film 1941 Moskova sinemasında stereo kondu 1952 Uç boyutlu film ve geniş ekran 1977 Video kaset ve evlerde film seyredilmeye başlandı 1980 Fransa'da holografik film bir martının uçuşunu gösterdi 1982 Japonya'dan elektronik resim kaydeden filmsiz kamera 1990 + Dvd ve vcd, home theatre, dijital teknolojik araçlar Tablo 1: Sinemada üretim araçlarının gelişmesi (Erdoğan, Solmaz, 2005:34)
26
Bilindiği gibi sinema, daha doğrusu “sinematograf”, Louis ve Auguste
Lumiére kardeşlerin ve onlardan önce hareketsiz görüntülere hareket kazandırmak
için uğraşan sayısız heveslinin ve bilim adamının çabaları sayesinde resmi olarak 28
Aralık 1895 günü Paris, Capucines Bulvarı’ndaki Grand Cafe’de düzenlenen
gösterimle doğmuştur (Scognamillo, 2003:15).
İlk sinema gösteriminde üç dakikadan fazla sürmeyen 10 film, 120 kişilik bir
salonda 30 kişilik bir topluluğa gösterilmiş ve 35 frank hasılat elde edilmiştir.
(Hayat Ansiklopedisi, ty:VI:2894). Filmlere Reynaud’nun gösterilerinde olduğu gibi
bir piyano eşlik etmiş ve klasik parçalarla, o dönemin popüler eserleri çalınmıştır.
Aynı biçimde 20 Şubat 1896’da Lumiére programı Londra’da sunulduğunda bu
sefer bir harmonyum2 eşlik etmiştir (Konuralp, 2004:19). Aynı yılın Şubat ve Nisan
aylarında Londra’da yapılan film gösterimlerine bir orkestranın eşlik ettiği de
söylenmektedir (Erdoğan, Solmaz, 2005:75).
İlk gösterimden bu yana filme eşlik eden müziğin şekli ve konumu hem
sanatsal hem de endüstriyel olarak oldukça büyük bir değişim göstermiştir. Film
müziğinin günümüze dek geçtiği evreler çalışmanın ikinci bölümünde kronolojik
olarak ayrıntılı bir biçimde açıklanacaktır.
2. Sinemada Ses ve Müziğin Sanatsal Boyutu
Sinemanın geleneksel sanatlarla olan benzerliği, başka bir deyişle, sinemanın
geleneksel anlamda bir “sanat” olup olmadığı, sinema kuramının temel
sorunsallarından birisi olma özelliğini hala sürdürmektedir. Bu tartışmaların
yanında, sesin filmde kullanılmasının sinemanın sanat olma özelliğini ne şekilde
etkilediği tartışmaları da bu konuda farklı düşüncelere sahip olan kuramcılar
arasında süregelmiştir.
2 Dış görünüşü piyanoya benzeyen, körüğü ayakla işletilen küçük org.
27
Sinemanın “sanat” olarak ele alınmasına dair ilk kuramlar birer bilimsel
yayın olmaktan çok, açıklama niteliğindedir. Başlangıçta filme sempati duyan
insanlar onun diğer fenomenlerden ayrılabilmesi içim mücadeleye girişmişler ve
doğal olarak halk da onları desteklemiştir. Bu, ekranın gerçekliğine karşı bir saldırı
anlamına gelmektedir. Lumiére, sinemanın, kaydedilebilen olayların ötesinde bir
araç olması gerektiğini ortaya koymuştur (Andrew, 2000:17).
a. Kuramcıların Filmde Ses ve Müzik Kullanımına İlişkin Görüşleri
Sinemanın geleneksel sanatlarla olan benzerliği, başka bir deyişle, sinemanın
geleneksel anlamda bir “sanat” olup olmadığı, sinema kuramının temel
sorunsallarından birisi olma özelliğini hala sürdürmektedir. Bu tartışmaların
yanında, sesin filmde kullanılmasının sinemanın sanat olma özelliğini ne şekilde
etkilediği tartışmaları da bu konuda farklı düşüncelere sahip olan kuramcılar
arasında süregelmiştir
(1) Biçimcilerin Görüşleri
Sinemanın henüz emekleme döneminde olduğu ve ekonomik olarak tiyatral
performansı taklit etmeye zorlandığı 1912-1925 yılları arasında, kendi öz varlığı
nedeniyle tiyatronun ötesinde bir yere konumlanamamıştır. Yirmili yılların avant-
gardı, film deneyiminin ötesinde bulunan tüm rüyaların ötesinde şiirsellik ve müzik
kalitesini vurgulamaktadır. (Andrew, 2000:19)
Sinemanın estetik felsefesi açısından ontolojik temeli incelendiğinde, biçimci
yaklaşım (gerçeği dönüştürme) ve klasik mimesis (yansıtma) kuramından türeyen
farklı temel yaklaşımlar karşımıza çıkmaktadır (Daldal, 2003-2004).
28
Bunlardan ilki, var oluşun, sıradan yaşantının, herhangi bir sanatsal güzellik
içermediğidir. Bu yaklaşıma göre sanat, en başta kaotik dünyadan ahenk içeren yeni
bir şiir yaratmaktır. Bu şiirsellik, felsefi anlamda insandaki “güzel” duygusunu
harekete geçirir. Kant’tan esinlenen bu görüşe göre güzellik, çeşitlilik içerisinde
ahenk yaratabilmektir. Bu güzellik karşısında duyulan zevk, herhangi bir dünyevi
tatmin ya da fayda arzusundan ileri gelmez. Sanat, maddeci yaklaşımlarla
açıklanamayan, aşkın duyguları harekete geçirir (Kant, 1960’dan aktaran Daldal,
2003-2004).
i. Hugo Munsterberg
Sinema da, özellikle insanoğlunun duygularına hitap eden, maddesel
dünyadan bağımsız bir sanattır. Bu perspektifin en önemli savunucularından Hugo
Munsterberg’e göre, bazı filmler, insan zihninde, Kant’ın maddesel dünyayla
tamamen ilgisiz aşkın hislerine paralel bir güzellik ve ahenk duygusu yaratabilir.
Sinema, insanı varoluşun sıradan gerçekliğinden koparıp başka bir şiirsel dünyaya
götürebilir (Andrew, 1976’dan aktaran Daldal, 2003-2004). Sinemayı güzel sanatlar
alanına yaklaştıran bu görüşe göre, film de aynı resim gibi toplumsal bağlamı
dışında, tamamen farklı, yeni bir güzellik yaratabilir ve bu bakımdan da geleneksel
sanatlarla bir tutulmalıdır.
Sinema’yı “izleyici zihninde bir süreç” olarak ilk tanımlayan kişi Hugo
Munsterberg’dir. Munsterberg sinemayı, estetik ve psikoloji olarak ikiye ayırarak
estetik yönünün yanında, izleyicideki psikolojik süreci bakımından da incelemiştir.
Biçimci geleneğin öncüsü olan Munsterberg, filmde ses ve renk kullanımına karşıdır
ve bunun filmin sanatsal değerini zedeleyeceğini düşünmüştür. Bir filmin en yüksek
sanatsal değere sahip olduğu teknolojinin 1916’daki teknoloji olduğunu öne
sürmüştür.
29
ii. Rudolf Arnheim
Sanat, insanoğlunun duygusal dünyasını sembolize eden biçimler yaratır.
Dolayısıyla bir sanat eserinin değeri onun biçimsel öğeleri ile ölçülür. Bu kuramı
sinema dilinin biçimsel öğelerinin (ışık, renk, ses, kurgu, aktör…) izleyicide Kantçı
anlamda bir aşkınlık duygusu yaratması gerekmektedir. Bu kuramın sinema
alanındaki savunucularından Rudolf Arnheim’e göre sanat, dikkati aktarılan
nesneden uzaklaştırıp, sanatın aktarım araçlarına çeker. Aradaki aktarım araçlarını
saklayan ve gerçeği olduğu gibi vermeye çalışan bir yaklaşım sanat olamaz.
Arnheim bu yüzden uzun süre sesli filme karşı çıkmıştır (Andrew, 1976’dan aktaran
Daldal, 2003-2004).
Arnheim’a göre 1920’lerin sineması sinema tarihinin en yüksek noktası
olmuştur ve sesin kullanılmaya başlamasıyla saf biçim parçalanmıştır. Yüksek
derecede fiziksel işaret sistemi yerine, yapımcılar izleyiciye tam bir gerçekliği
sunmaya başlamışlardır. Derin bir bakış açısı ve düşünme gücü olan herkes
sinemanın saflığının yok olduğunu fark edebilir. Arnheim’ın tasarımında, aracın
özellikleri belirginleştirilmişti. Işık, hareket, kurgu, kompozisyon gibi bir dizi işaret
sisteminin birleşmesi yerine 1930’lu yıllarda sinema biçimi, bu gerçeklikleri hepsini
taşıyan bir çamaşır torbası görünümündeydi. Sesin sinemaya girmesiyle, sinema
tiyatronun yerini tutan ve saf olmayan bir görünüme girdi (Andrew, 2000:42).
Filmde kullanılan müzik, Arnheim’ın sinemaya ve biçime dair bu
görüşlerinde, filmde tam bir gerçeklik yerine kullanılması gerektiğini savunduğu
yüksek derecede fiziksel işaretler kategorisinde değerlendirilebilecektir. O, filmin
gerçekten uzaklaştıkça sanat olma niteliği kazandığına inanmıştır ki zaten filmdeki
sahnelerde diyalog yerine müzik kullanılması onun bu görüşlerini destekler nitelikte
görünmektedir.
30
iii. Susanne K. Langer
Yine Kant’tan esinlenen bir başka görüşe göre, yukarıda vurgulanan bu
güzellik duygusunu harekete geçiren, sanat eserinin kaotik yaşantıyı yeniden
biçimleyerek oluşturduğu şiirden çok, ifade etmek istediği duyguyu ortaya koyuş
biçimidir. Sanat eserinin anlamından çok formu önemlidir. Yeni-Kantçılar olarak
bilinen bu grubun önemli temsilcilerinden Suzanne Langer’a göre, kişide aşkın
estetik duyguyu yaratan, Langer’in “başat biçim” (significant form) adını verdiği bu
biçimsel güzelliktir (Langer, 1953’den aktaran Daldal, 2003-2004).
Müzik kuramına da önemli katkıları olan Langer, bu alandaki en önemli
çalışmayı simgeci açıklamaları ile ortaya koymuştur. Sanatı “duygusal yaşamın
simgesel benzeri” biçiminde anlayan Langer, doğalcı bir görüşle sanatı temelde
organik olarak kabul eder. Sanatsal biçim ile içerik çözülmez bir birlik oluşturur.
Her sanat bu birliği kendine özgü koşullar uyarınca dışa vurur. Dolayısıyla müziğin
simgeselliği, karakteri bakımından sesseldir (ya da en geniş anlamıyla işitseldir.) ve
yalnızca zaman içinde gerçekleşebilir. Psikolojik deneyimde zaman ideal olan bir
kimlik kazanır; resim ile heykel ise, farklı oluşum süreçleri nedeniyle mekanı
somutlaştırırlar (Türkçe Bilgi, 2009:çevrimiçi).
iv. Sergei Eisenstein
Yaşamı olduğu gibi verme taraftarı olan gerçekçi yaklaşıma karşı çıkan,
ancak biçimciliği de (sanat için sanat bağlamında) reddeden üçüncü grup,
modernistler olarak da adlandırabileceğimiz, çoğu siyasi olarak engagé sanatçı
topuluğudur. Bu sanatçı ve düşünürler çevremizde varolan gerçekliği başat
ideolojinin bir yansıması, bir façade olarak görür. Sanatın (ve sinemanın) amacı
toplumu dönüştürmek, varolan sistemi sorgulamak olduğuna göre, aslında gerçek
31
olmayan, sahte bir gerçekliği yansıtmanın hiçbir faydası yoktur (Daldal, 2003-
2004).
Ekim Devrimi sonrasında başarılı filmlere imza atan Eisenstein’e göre
çekilen tek bir sahnenin, gerçekliği yansıtması açısından tek başına hiçbir anlamı
yoktur. Filme anlam katan, onu seyircinin kafasında farklı bir senteze dönüştüren
montajdır. Eisenstein, doğal olana fazla bir önem vermez ve devrimin fütürist
öncülleriyle uyumlu olarak gerçeğin kurulması gerektiğini söyler (Deleuze,
1996’dan aktaran Daldal, 2003-2004).
Eisenstein’ın film müziği hakkındaki görüşlerini Sadi Konuralp kitabında
şöyle aktarmaktadır (Konuralp, 2004:33-35):
“Eserlerinde Japon şiiri, resim kompozisyonları, müzik biçimleri, Kabuki Tiyatrosu,
edebiyat vb gibi unsurları sineması içine katması, Eisenstein'ın kuramcı yönünün en iyi
göstergesidir. Eisenstein özellikle kurgulama konusunda sinemaya önemli görüşler
kazandırmış, sinemada müzik ve renk kavramlarına da el atmıştır.
Sessiz dönem filmlerinde bile müziği kontrollü ve özellikli biçimde kullanılmasına
çalışmıştır. Potemkin Zırhlısı’nı hazırlarken önce Bach'ın müziklerinden bir skor meydana
getirmiş ama film için besteci Edmund Meisel'e müzik siparişi verilince, Berlin'e giderek
besteciyle görüşmüş ve bazı sahneler için ne tür müzik istediğini belirtmiştir (özellikle
"filoyla karşılaşma" sahnesi için). Sesli film döneminde ise besteci Prokofıev ile işbirliğine
girmiş, Kimi zaman çekimlerini Prokofiev'in müziklerine göre yapmış, bunlara göre
kurgulamıştır.
Öte yandan müzik ve renk kavramlarıyla ilgili çalışmalarında kurguda olduğu kadar
tutarlı sonuçlara varamamıştır. Üstelik sonuçlarını yanlış yorumlayanlar da olmuştur.
Yapılan en yaygın yanlışlık, Eisenstein'ın I928'de Pudovkin ve Aleksandrov ile birlikte
yazdığı Sesli Sinemanın Geleceği bildirisi üzerinedir. Bildirinin özü şu cümlelerde
yatmaktadır:
32
(...) sesin ancak karşısürümsel kullanılışı, kurgunun gelişmesine ve
yetkinleşmesine yeni bir güç kazandıracaktır. Sesle yapılacak ilk deneysel
çalışma, sesin görsel imgelerle kesin eşlemesizliği yönünde olmalıdır. Ancak
böyle bir girişim, daha sonra görsel ve işitsel imgelerin orkestralanmış
karşısürümünün yaratılmasına ulaştıracak gerekli bilgiyi sağlayacaktır.
Araştırmacıların çoğu ses kavramına müziği de dahil ederek, Eisenstein'ın filmlerde
müziğin karşısürüm olarak kullanılması gerektiğini ileri sürdüğünü söylemektedirler.
Oysaki metinde müzik kelimesine hiç yer verilmemiş, karşısürüm bildiride belirsiz bir terim
olarak kullanılmıştır. Eğer ille de müziğin karşısürüm olarak kullanımını birine mal etmek
gerekliyse, bu kişi Eisenstein değil Pudovkin olmalıdır. Pudovkin, Sinemanın Temel İlkeleri
eserinde şunları söylemektedir:
“Bana göre sesli filmde müzik [görüntüye] asla eşlik etmemelidir; müzik kendi
yolunu izlemelidir.”
Oysa Eisenstein yazılarında ne müziği karşısürüm olarak ileri sürmüş ne de paralelliğe
karşı çıkmıştır. Yalnızca müziğin yerli yerinde kullanılmasını savunmuştur. Bunun dışında
Eisenstein I930'da Close Up dergisinde yapılan bir söyleşide, Walt Disney'in çizgi
filmlerine müziklerinden ötürü hayran kaldığını belirtmiştir.
Film Duyumu kitabının bir bölümünde sinema-müzik ilişkisine değinmiş, Aleksandr
Nevski filminin “buz üstündeki savaş" sahnesinde kullanılan müziği örnek olarak vermiştir.
Bu amaçla müziğin notaları ile filmin görüntülerinden bir diyagram meydana getirmiştir.
Günümüzde bu diyagram, film müziği konusundaki çeşitli yazılarda resimleme amacıyla
çok sık kullanılmakta ancak diyagramın açıklanmasına hiç girilmemektedir. "Buz üstündeki
savaş" örneğinde müzik, karşısürüm olarak kullanılmamaktadır. Eisenstein bu sahnede
yapmak istediğini şu satırlarla ifade etmiştir:
Şimdi bu iki diyagramı karşılaştıralım. Ne buluyoruz? Devinimin bu iki diyagramı
birbiriyle tıpı tıpına çakışıyor, yani müziğin devinimi ile yorumsal düzenlemenin [plastik
kompozisyonun] çizgilerini izleyen gözün devinimi arasında eksiksiz bir uyum buluyoruz.
Eisenstein, müzikteki perde yükselme ve inişlerin, görüntüdeki hatların kıvrımlarıyla
bağdaştığını iddia etmektedir. Prokofiev'in müziği, gerçekten de görüntüye çok iyi
gitmektedir. Günümüzde bile etkisinden bir şey kaybetmemiştir. Ancak bu başarı,
33
Eisenstein'ın bağdaştırma denemesinden değil, görüntüdeki gerilimin ve mekânın
genişliğinin verilebilmesinden kaynaklanmaktadır, her şeyden önce sahne, hareketsiz on iki
çekimden oluşmaktadır. Eisenstein hareketsiz, durgun çekimlerde seyircinin gözünün ekranı
sanki kitap okuyormuş gibi soldan sağa doğru taradığını kabul etmiştir ki, bu onun en büyük
yanılgısıdır. Eisenstein'a göre; müzik zaman içinde değişirken sahne değişmemekte ama
göz, soldan sağa doğru giderek, görüntüdeki hatların değişimini (bulutların, tepelerin
kıvrımları, ufuk çizgisi, bayrak ve mızrak uçları, vb) takip etmekte ve seyirci müzik-görüntü
birliğini yakalayabilmektedir. Bu iddiaya bakılırsa Arapların bu sahneye karşı duyarsız kal-
maları gerekir.”
Sinema kuramı içerisinde gerçeğin kurulması gerektiği düşüncesine örnek
olarak, Eisenstein dışında, 1965 sonrası Althusser Marksizm’inden etkilenen Fransız
sinemacıları (özellikle Jean Luc Godard) ve Cahiers du Cinema yazarları (Comolli,
Narboni, Baudry) da gösterilebilir (Daldal, 2003-2004).
Biçimci kuramcılar, sinemaya bir sanat payesi verme mücadelesinde
bulunmuşlardır. Onların iddia ettiğine göre, sinema diğer sanatlarla eşit bir konuma
sahiptir çünkü o, dünyanın anlamsızlığını ve kaosunu, bir ritim ve yapı içine
dönüştürebilmektedir. Estetikçiler, sesin sinemanın dengesini bozduğu şeklindeki
görüşlerini her tartışma ortamında dile getirmişlerdir. Bütün bu tartışmalar, kesin
olarak biçimci bir atmosferde yer almıştır. Paradoks olarak, sesin gelişi biçimci film
kuramının büyük çağının gerileme dönemi içine girdiğinin bir göstergesi olmuştur.
(Andrew, 2000:19)
(2) Gerçekçilerin Görüşleri
Sanatın gerçekliği yansıtmak (ya da taklit etmek) amacından ortaya çıktığını
savunan Aristo’nun mimesis kavramı, sinemasal gerçekçiliğin de temel çıkış
noktasını oluşturmaktadır. Mimesis basit bir yansıtma kuramı değildir ve insanın
34
temel ontolojik durumuna dair önemli düşünsel açılımlar sağlar. Aristo’ya göre
insan, varlığa atılmış bir hiç değil, çevresi ile sürekli etkileşim halinde olan siyasal
bir hayvandır (zoon politikon). Bu düşünce temelde, insanın doğada var olduğu
düşünülen ahenge uyabileceği, ya da insanın kendisini çevreleyen dünya ile
diyalektik bir uyum içerisinde olması gerektiği fikrini de kapsar. Modernistlerin,
kaos, yabancılaşma ve varoluşa düşüş (Geworfenheit ins dasein-Heidegger)
kavramlarına karşın, mimesis merkezli gerçekçi sanat savunucuları uyum, bütünlük
ve özü vurgular. Genelde hümanist, insan merkezli bir sanat anlayışına gönderme
yapan bu felsefe, sinema kuramı içerisinde özellikle André Bazin ve Siegfried
Kracauer’in yazılarında hayat bulur. (Daldal, 2003-2004).
Fransız kuramcı Bazin’e göre Eisenstein’in montaj teorisi seyirciyi şartlamak
ve manipüle etmekten başka bir işe yaramamaktadır. Bazin montaj yerine, gerçekliği
en zengin haliyle verebilecek olan alan derinliği kavramını benimser. Kracauer de
sinemasal anlatıya en uygun düşen türün fotografik gerçekçilik olduğunu söyler.
Gerçekçilik-doğa ve sanat arasındaki ilişkiye daha yakından bakıldığında,
biçimcilerin aksine, gerçekçi sanat ve sinema savunucularının, şiirselliği, var olanın
dönüştürülmesi sürecinde değil, yansıtılması sürecinde buldukları görülür. Başka bir
deyişle, sanat, doğadaki, sade yaşantıdaki gizli şiirselliği yakalamak ve
aktarabilmektir. Basit hayatların yalınlığını, saf insanın güzelliğini, bu duyguları
paylaşan seyircide bir haz yaratacak şekilde verebilmek belki de başarılması en zor
sanattır. Ünlü yönetmen Griffith sinema yapma amacını şöyle özetlemektedir
(Jacobs, 1939’den aktaran Daldal, 2003-2004): “Benim başarmaya çalıştığım tek
şey, görebilmenizi sağlamaktır”.
Bu perspektif, temelde varoluşa daha olumlu, dengeli bir yaklaşımı içerir.
İnsanın da parçası olduğu yaşam özünde belli bir ahenk saklar. Bu ahengi bozan
modernizm ve onun uzantısı olan teknolojik kaostur. Sinemaya bu noktada büyük iş
düşmektedir. Aslında teknolojik bir sanat olan sinema, insanın (Griffith’in
vurguladığı anlamda) çevresini görmesini sağlayarak insan-doğa arasındaki bozulan
diyalogu yeniden kurabilir. Biraz metafizik ve teolojik boyutlar da içeren bu görüş,
35
Bazin ve Kracauer dışında, eski bir din adamı olan fenomenolojik yaklaşımın ünlü
temsilcisi Amédé Ayfre tarafından da savunulmuştur (Ayfre, 1969’dan aktaran
Daldal, 2003-2004).
Sinemanın sesli döneminde yalnızca gerçekçi kurama bağlı olarak filmler
yapılmaya başlanmıştır (Andrew, 2000:117).
Doğal sesler ve diyaloglarla beraber üçüncü ses öğesi olarak kabul edilen
müziğin, digaetic, yani alıcıya kaydedilen görüntüye ait bir ses olmadığı aşikardır.
Bu nedenle müzik nondiagetic, yani film karesinde bulunmayan bir dünyadan,
dışardan ithal edilmiştir. Sinema teorisyenlerince gerçeklik taşımayan, bu yüzden de
filmi gerçek dışına iten bir öğe olduğu kabul edilir. Filmin atmosferini tamamlayan
bir gerçeklik unsuru olmaktan çok, müzik, illüzyonu yaratmak, görüntüyle
yaratılmak istenen duygusal etkiyi pekiştirmek, seyirciyi büyülemek için
kullanılagelmiştir (Çekiç, 2009: çevrimiçi).
Ses ve gerçeklik ilişkisi ile ilgili olarak Gerçekçi Sinema’nın hararetli
savunucularından farklı görüşler gelmiştir. Bazin’in görüntü ve ses ilişkisine yönelik
saptamaları ilginç ve üstünde düşünmeyi gerektirecek niteliktedir. Çok genel bir
tanımlamayla Bazin, ses ve görüntü birliğini savunur. Ona göre sinemada ses öğesi,
görüntüyü tamamlamalı ve gerçeklik duygusunu destekler nitelikte olmalıdır (Bazin,
2000:129).
Kracauer’e göre sinema fotoğraftan gelmektedir ve bu yüzden de fotoğraf
sanatının genel estetik prensipleri sinema için de geçerlidir. Ses ve kurgu dışında
sinema da, fotoğraf gibi, ham gerçekliği olduğu gibi aktarır. (Kracauer, 1960’dan
aktaran Daldal, 2003-2004). Ona göre, sinemaya ses gibi fotografik olmayan öğeler
de katkıda bulunmaktadır (Mast, Cohen, 2004’den aktaran Beyazperde,
2009:çevrimiçi).
36
i. André Bazin
Bazin’e kadar hemen hemen her kuramcı müzik ve film sürekliliği arasındaki
veya plastik sanatlar ile film görüntüsü arasındaki benzerliği gösterme sıkıntısı
yaşamıştır. Bazin, bunun, onun doğal çıkış noktası nedeniyle olduğunu gören ilk
kişidir. Gerçekliğin süslenmiş külünün, kendi estetik geçerliliği vardır. Bu alanda
dikkatimizi yoğunlaştırırsak, onun yaradılıştan gelen bir değerinin olduğunu
görürürüz. (Andrew, 2000:163)
Bazin gerçekliğin kendisinin, belirsiz de olsa anlamlı olduğunu düşünür ve
pek çok durumda onun yalnız bırakılması gereğine inanır. Bir filme katılan ilk
estetik duygu, gerçek nesneler tarafından izlenen görüntülerin çıplak gücüdür. Daha
önce söylendiği gibi, o filmde ses ve müziğin kullanılmasını, görüntüyle işbirliği
yaptığı ve gerçekliği desteklediği ölçüde gerekli görmektedir. (Bazin, 2000).
ii. Siegfried Kracauer
Kracauer’e göre gerçekçi olmayan sinema, oyuncak olarak kullanılan
bilimsel bir araç gibidir. İlginç, eğlendirici ve hoşça vakit geçirici olabilir fakat her
zaman aldatıcı olacaktır. (Andrew, 2000:125)
Kracauer’e göre sinema fotoğraftan gelmektedir ve bu yüzden de fotoğraf
sanatının genel estetik prensipleri sinema için de geçerlidir. Ses ve kurgu dışında
sinema da, fotoğraf gibi ham gerçekliği olduğu gibi aktarır. Sinemanın asıl amacı
bizden bağımsız var olan gerçekliği olduğu gibi yansıtmaktır. Kracauer’e göre her
sanat, kendi teknik altyapısına ve felsefi özüne uygun biçimler benimsemelidir.
Sinemanın, fotografik gerçekliği reddettiği ölçüde sanat olabileceğini savunan neo-
Kantçı sinemacılara karşı (örneğin Alman Dışavurumcu sineması, varolanı çarpıtıp,
37
abarttığı ölçüde estetik meşruiyet kazandığını düşünmüştür), Kracauer, sinemanın
doğal işlevinin, teknik altyapısı dolayısıyla (kamera, pelikül, ses vb.) gerçekliğin
kaydedilmesi ve aktarılması olduğunu vurgular. Sinemanın “sanat” olup olmadığı
konusu ise aslında Kracauer için büyük bir önem taşımaz (Kracauer, 1960’dan
aktaran Daldal, 2003-2004).
O halde Kracauer’in ses unsurunun gerçeği yansıtacak kadar kullanılması
gerektiği görüşü Bazin’in ses hakkındaki görüşlerine benzemekle birlikte, sesi
sadece gerçeği kaydetmede teknik bir araç olarak görmesiyle onunkinden
ayrılmaktadır.
Kracauer filmde fazlaca diyalog kullanmanın, sinema diline zarar verdiğini
söyler. Konuşma, sözel ifade tiyatro sanatının temel anlatı kalıbıdır. Derdini
anlatmak için söze başvuran yönetmen, görüntünün işlevini azaltır; onu basit bir
arka plan resmi haline sokar. Gerçekliği olduğu gibi aktarmak amacı taşıyan
sinemanın en temel özelliği görsel bir dil olmasıdır. Filmde diyaloglar kadar, genel
arka plan sesleri ve müzik de olabildiğince azaltılmalıdır. Ses ne kadar kısık olursa,
konuşmalar o kadar gerçek hayattan alınma hissi verir. Kracauer de, André Bazin
gibi, seyircinin bilincini zayıflatacak psikolojik yöntemlere başvurulmasına karşı
çıkar (Daldal, 2003-2004).
38
B. Müzik Kavramı
Türkçede müzik genel tanımıyla, birtakım duygu ve düşünceleri belli kurallar
çerçevesinde uyumlu seslerle anlatma sanatı; bu biçimde düzenlenmiş seslerden
oluşan eserlerin okunması veya çalınması işidir. Türkçeye Fransızca yine müzik
anlamına gelen musique kelimesinden girmiştir. (TDK, Türk Dil Kurumu, Genel
Türkçe Sözlük, 2009:çevrimiçi).
Sinema ve televizyon terimi olarak ise, “bir filmde ya da televizyon
yayınında kullanılan, özgün ya da derleme her çeşit müziği anlatan genel terim”
olarak ifade edilmektedir. (TDK, Türk Dil Kurumu, Sinema ve Televizyon
Terimleri Sözlüğü 1981, 2009:çevrimiçi).
Müzik, insan ya da çalgı seslerinin, belli bir biçimsel güzellik ya da duygusal
ifade yaratacak biçimde düzenlenerek bir araya getirilmesini içeren sanat dalıdır. Bu
düzenleme, kültürlere göre belirlenmiş ayrı melodi ve ritim standartlarına uygun
olarak gerçekleştirilir (Ana Britannica, C:XVI, 1989:361).
Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na göre her çeşit sözlü ve sözsüz beste,
müzik eseri kapsamına alınmaktadır (T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 5846 sayılı
Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, Madde 3 1951, 2009:çevrimiçi)
Müzik kelimesi Türkçeye, Fransızca yine aynı anlama gelen musique
kelimesinden girmiştir. (TDK, Türk Dil Kurumu, Genel Türkçe Sözlük,
2009:çevrimiçi). Sözcük olarak kökeni Yunan mitolojisindeki esin perilerine verilen
Musa3 adına dayanmaktadır (Ana Britannica, C:XVI, 1989:361).
3 Kaynakta “Musa” olarak belirtilen perilerin adı, Pierre Grimal’in Yunan Mitolojisi adlı eserinde “Muse” olarak belirtilmektedir. Esere göre Muse, Zeus ile Mnemosyne'nin sahip olduğu dokuz adet peri kızına verilen isimdir.
39
Türk Müziği kaynaklarında müzik/ musiki kelimesinin aslı anlatılırken bu
Muse kelimesi ile ilişki kurulur, Yunancada Muse/ Musi etkili söz, şiir; ki ölçü
anlamına gelmekte ve iki kelime Arapçaya birleşerek Musıki şeklinde girdiği
anlatılmaktadır (Uslu, 2009:çevrimiçi).
Kant müziği “hoş duyguları sesle anlatma sanatı” olarak tanımlarken,
edebiyat kuramcısı Mme de Staël müziği “seslerin mimarisi” olarak nitelemektedir.
Müzik teorisyeni Jean-Jacques Rousseau ise müziği “sesleri kulağa hoş gelecek
biçimde uyarlama sanatı” şeklinde tanımlamıştır (Çalışır, 1971’den aktaran Adlim,
1994:24).
1. Müziğin Etkilerine İlişkin Düşünceler
Günümüze kadar müziğin doğuşuna ilişkin çeşitli fikir ve teoriler ortaya
atılmıştır. Bunların arasında en çok bilinen ve kabul göreni müziğin, ilk insanların
ellerini, ayaklarını, hayvan kemiklerini ve taşları kullanarak çıkardıkları seslerle
keşfedildiğidir. Daha sonraları hayvan derilerini kasnaklara gererek vurmalı çalgılar,
tahtalara tel gerilerek telli çalgılar yapılmıştır.
Müziğin etkilerine ilişkin düşünceler tarih boyunca; toplumlara, düşünürlere
ve dini inanışlara göre farklılık göstermiştir. Film müziğinin etkilerinin ele alındığı
bu çalışmada, müziğin etkilerine ilişkin ortaya çıkmış bu farklı düşünce ve
inanışlara yer verilmesi gerektiği düşünülmüş, bu sebeple bu bölümde müziğin
etkileri konusunda en belirgin düşünce ve inanışlara yer verilmiştir.
40
a. Tarihte Farklı Toplumların Düşünceleri
Hint uygarlığı müzikle iç içe gelişen uygarlıklardan biridir. Eski Hint
inanışlarına göre müziğin hava şartlarını değiştirmek gibi büyük bir gücü vardı
(Colombe, 2006:21). Veda ilahileri, Hintlilerde müziğe verilen önemin
göstergesidir. Yüzyıllar boyunca bu sanat melodi ve ritim açısından karmaşık bir
yapı kazandıkça, dinsel metnin düzeni ya da öykünün ana çizgileri yapıyı
belirlemeye başlamıştır (Ana Britannica, C:XVI, 1989:361). Hintliler şarkıların
güneşi karartma, yağmuru yağdırma, hatta şarkıyı söyleyen kişiyi ateşe verme gibi
güçleri olduğuna inanmışlardır. Öyle ki bu yüzden bazı şarkıcılara yanacakları
düşüncesiyle, şarkılarını nehirin içinde söyletmişlerdir (Colombe, 2006:21-22).
Çin müziği geleneksel olarak törenlerde ya da bir anlatının destekleyicisi
olarak kullanılagelmiştir (Ana Britannica, C:XVI, 1989:361). Çinliler müziğin her
türlü etkisine inanmakla kalmayıp onu kutsallaştırmaya kadar götürmüşlerdir. Bir
ülkeyi idare edecek olan devlet adamlarının ne olursa olsun müziğe aşina olmaları
gerektiğini, Çinli kanun koyucular ve uygulayıcılarının "Bir ülkenin yönetimi,
musikiye mutlaka iyi derecede vukuf ile olabilir." şeklinde yorumladıklarını, yine
Çin yazarlarından biri eserine yazmıştır. Müziğin etkisine dair Çin Tarihi’ndeki en
önemli inanış, İyi müzik ile kötü müziğin bir ülkenin düzen ve düzensizliği adına
belirleyici bir unsur olduğu olmuştur. Onlara göre eğer insanlar daima iyi ve güzel
müzik duymaya alışacak olurlarsa, bu müzik onların ahlaki eksikliklerini
tamamlayarak devlet işlerinde ve toplumsal işlerde düzeni sağlar. Kötü ve bayağı
müzik parçalarını dinlemeyi alışkanlık haline getirirlerse, bu çeşit müzikler de
ahlakın bozulmasına yardım edeceğinden işlerin düzensiz olmalarına sebebiyet
verilmiş olacaktır (Colombe, 2006:21). Çin’deki bu inanış belki de günümüz
toplumundaki birçok sorunun açıklaması niteliğindedir.
Eski Yunan kültüründe müziğin önemli yer tuttuğu bilinmekle birlikte,
yalnızca 11 müzik parçasının notaları günümüze ulaşmıştır ve bunları seslendirmek
41
için gerekli anahtar yoktur. Müzik konusunda kuramsal düşünceler üreten
Yunanlılar bir nota sistemleri de kullanmışlardır. Buna karşılık mousike terimi çok
genelde, Musa’ların koruması altındaki her sanat ya da bilim dalı için kullanılmış,
dolayısıyla beden eğitimi gymnastike dışındaki her şeyi kapsamıştır (Ana Britannica,
C:XVI, 1989:361).
Eski Yunanistan tarihi ile mitolojiden bahseden kitaplar ve özellikle Şairlerin
Babası adıyla anılan Homeros'un eserlerini inceleyenler, Eski Yunanlıların da müzi-
ğin ahlak üzerinde çok büyük bir etkisi olduğu inancı konusunda Doğu
milletlerinden geri kalmamış olduklarına dikkat çekmişlerdir. Platon da müziğin
sadece eğlence, zevk ve sefa için verilmediğini; şiddetli acılarını ve heyecanlarını
dindirebilmleri için Tanrı tarafından insanlara verilen bir lütuf olduğunu belitmiştir
(Colombe, 2006:21).
Eski Yunan’da akıl hastlarını at kemiklerinden veya içi boşaltılmış helabora
adındaki bir çeşit bitki sapından yapılmış aletlerle müzik icra ederek tedavi
etmişlerdir. Milattan sonra V. Yüzyılda Afrikalı bir hekim olan Caeleius Aureliânus,
kronik hastaları tedavi etmek için Frigya usulü obua çalmayı öğütlemiş, özellikle
bazı psişik hastalarda müziğin son derece etkili olduğunu savunmuştur. Aristidis ise
“İhtirasları Tedavi Etmek İçin Musiki” adındaki kitabında melankoliyi, üzüntüyü ve
sıkıntıyı ele almış, bunları müzikle ilişkilendirmiştir. Teofrates ve Platon akıl
hastalıklarına karşı müziğin etkili olduğuna inanmış, ünlü Romalı hekim
Asclepiades psişik sıkıntıları olan hastalarını müzik çalarak tedavi etmiştir. Kayıtlar,
bir sürü histeri vakasının flüt veya başka bir aletle tamamıyla iyileştiğini
kanıtlamaktadır (Colombe, 2006:28).
Şamanist inancına bağlı eski Türkler müziği cennetten gelme sayıyorlar,
dolayısıyla cenaze törenlerinin müzikli olarak düzenlenmesine büyük özen
gösteriyorlardı. Kam'lar şaman dininin ayin ve törenlerini yapan ruhlarla, canlılar
arasında aracılık eden bir nevi din adamıdır. Dualarından da anlaşılacağı gibi daima
elinin altında bulundurduğu Kam'ın en kıymetli varlığı olan çaluu veya tungur adı
42
verilen davulu onun yaptığı hayali yolculuklar sırasında, denizleri geçerken kayığı,
dağları aşarken maralı, çölleri geçerken devesi haline bürünürdü. Davulun tokmağı
ise, yerine göre kamçı yerine göre ise kürek yerine geçerdi (Colombe, 2006:23).
b. Felsefecilerin Görüşleri
Konfüçyüs düzenli bir ahlak evreninde müziğe önemli bir işlev yüklemiştir.
Müzikle devletin birbirinin yankısı olduğuna inanmış, devleti yönetme becerisinin
ancak müziği kavrayabilen üstün insanlarda bulunabileceğini ileri sürmüştür (Ana
Britannica, C:XVI, 1989:361). Konfüçyüs’ün notlarından alınan bilgiler şu
şekildedir (Colombe, 2006:23):
“Bütün sesler dimağdan çıkar. Dimağın çalışması dış etkilerle olur. Dış
etkiler vasıtasıyla meydana gelen hareketler ses halinde şekillendirilir. Bu
seslerin birbirine etkisinden bir takım değişiklikler husule gelir. Bu
değişikliklere ton denir. Bu tonlar insana neşe verir. Müzik tonların bir
verimidir. Çıkağı dış şeylerin dimağa olan etkisidir. Dimağ kederle harekete
geldiği zaman sesler kesin ve sönücüdür. Neşeli sesler ince ve yavaştır.
Sevinç dolu sesler, yüksek ve sonra dağıtıcıdır. Hiddetli sesler, korkunç ve
kabadır. Sevgi gösteren sesler, yumuşak ve ahenklidir.”
Eski Yunan’da, gezegenlerin bir lirin yedi teli olduğuna, müziği ise
gezegenlerin hareketleri sonucu oluştuğuna inanan Pythagoras’ın (Strathern, 1997)
ve Aristoteles’in ortaya attıkları kuram müziğe ahlaksal ve toplumsal bir işlev
yüklemekteydi. O zamanlar sesli olayların kullanılan tınıların farklılığın ve
makamların çeşitliliğini insan tutku ve coşkularının gelişmesi üzerinde üstün ve
43
keskin bir rol oynadıkları kabul edilmekteydi (Champigneulle 1975’den aktaran
Adlim, 1994:27).
M.Ö. 585-500 yılları arasında yaşayan filozof ve matematikçi Pythagoras’ın,
umutsuzluğa düşen kişileri veya çabuk öfkelenen hastaları belirli melodilerle tedavi
edebilme imkanını araştırdığı bilinmektedir (Colombe, 2006:27). O halde müzikle
tedavinin temellerinin Eski Yunan’da atıldığı söylenebilir.
Platon da Konfüçyüs gibi müziğe ahlakın bir parçası olarak bakmıştır.
Müziğin çeşitli zaman ve durumlarda insanlar üzerinde yarattığına inandığı çeşitli
etkiler nedeniyle hemen her modun uygun zaman ve durumlarda kullanılması, bazı
modların ise zararlı etkilerinden dolayı hiç kullanılmaması gerektiğini ileri
sürmüştür. Platon’a göre göksel uyum müzikte yankılanır, ritim ile melodi gök
cisimlerinin devinimlerini taklit eder, böylece evrenin ahlaksal düzenliliğini
yansıtırdı. Dünyevi müzikse kuşkuluydu; bazı modlar tehlikeli duyumsal nitelikler
taşıdığından sıkı bir sansür uygulanmalıydı (Ana Britannica, C:XVI, 1989:362).
Bunun yanında Platon, müziğin sadece eğlence, zevk ve sefa için verilmediğini;
şiddetli acılarını ve heyecanlarını dindirebilmleri için Tanrı tarafından insanlara
verilen bir lütuf olduğunu belitmiştir (Colombe, 2006:21).
Müziğin evreni dile getirebileceğini söyleyen Aristoteles (Ana Britannica,
C:XVI, 1989:362), aynı zamanda müziği bir özgür yaşam öğesi olarak görmüş,
verdiği hazzın da önceden bir bilgi birikimi gerektirdiğini savunmuştur. Ona göre
müzik eğitimi çoğu kez kendisinden daha ileri konuları öğrenmek bakımından
yararlı olacağı için gerekliydi (Oskay, 2001:12).
Huizinga da Platon gibi müziği, Tanrıların acılar içinde yaşayan insanlara bir
armağını olarak görmüştür. Ona göre dans ve müzik bir araya gelerek; ruhun,
akıldan ve coşkudan oluşan tümlüğünü ahenk içinde dışa vurmasını sağlamaktadır
(Oskay, 2001:22-23).
44
Adorno ise müziği toplumsal değişime etkide bulunabilecek bir kültürel alan
olarak düşünmektedir. Ona göre müzik, diğer metalarla değiş-tokuş edildiği
bugünkü yaşamda, acıları ortadan kaldıran değil, bu acıların hissedilmesini azaltan
bir aldanıma aracı olmaktadır. Bunun yanında müziğin kaybettiği onurunu yeniden
kazanabilmesi için, bir tüketici hizmeti veya bir ideoloji olmaktan çıkıp kendi
yasalarına göre hareket ederek, toplumsal değişim çağrısında bulunması
gerekmektedir (Oskay, 2001:31-32, 93-94).
Bahsedildiği gibi daha tarihin ilk çağlarında düşünürlerin müzikle ilgili
yaptıkları yorumlarda, müziğin ruh hali üzerindeki azımsanamayacak etkisinden
bahsedilmiştir. Öyle ki müziğin ruh hali üzerindeki büyük etkisi tehlike olarak
algılanarak, bazı müzik tarzlarına yasaklama, sansür uygulama gereği ilk çağ
düşünürleri tarafından dile getirilmiştir. Müziğin etkilerine ilişkin daha sonraları
günümüze yakın tarihte yapılan araştırmalara çalışmanın son bölümünde yer
verilecektir.
c. Mitolojide Müziğin Etkilerine İlişkin İnanışlar
Müzik her toplumda farklı işlevlerle ve farklı ortamlarda ilk çağlardan beri
yerini almıştır. Her toplumda felsefi düşüncelere konu olduğu gibi, mitolojilere de
konu olmuştur.
Mitolojik inançlarda şarkılar çoğunlukla ölüm ötesi temalar işlemiştir. Sistr,
takırtılı tahtalar, klarnet, çenk, flüt gibi çalgılara daha sonra yabancı müziğin
etkisiyle dümbelek, lir, obua, lavta gibi çalgılar katılmıştır (Meydan Larousse,
C:VIII, 1972:741).
Müziğin bulunuşu ile ilgili doğu müzik kitaplarında yaygın olarak bulunan
hikayelerden biri de Pisagor'un müziği icat edişi mitolojisidir. Türk müzik teori
45
kaynaklarından biri olan Hasan Gülşenî'nin eserinde Pisagor'un müziği icad edişi
mitolojisi şöyle anlatılır (Uslu, 2009:275-289):
“Hz. Süleyman'ın öğrencilerinden sayılan Pisagor üç gece rüyasında bir
nurani kişinin "Falan deniz kenarına git, orada bir bilim bulacaksın" demiş,
Pisagor gidip orada hiçbir şey bulamayıp geri dönerken orada bulunan
demircilerin çıkardıkları seslerden müziği icat etmiştir. Pisagor ruhunu
terbiye için uyguladığı riyazet metoduyla gezegenlerin bulunduğu semaya
kadar çıkar ve feleklerin hareketinden çıkan müziği dinlermiş.”
Yunan Mitolojisi’nde sık sık tanrılar ve insanların yaptıkları eğlencelerden
bahsedilmektedir. Apollon güzel lir çalmasıyla ünlüdür. Bu nedenle hem hekimliğin
hem müziğin tanrısıdır. Apollon insanlara lir çalarak neşe verirdi. Zeus'un oğlu
Orphee lir çalan ünlü bir müzisyendi. Karısı yılan sokmasıyla ölünce cehenneme
gitmiş orada çaldığı lirle kanatlı ve yılan saçlı periler olan Erinyelerle birlikte
cehennemin üç kapıcısı, üç başlı canavar köpek Cerbere'yi bile hareketsiz bırakmıştı
(Çobanoğlu, 1962’den aktaran Uslu, 2009:çevrimiçi).
Zeus ile Mnemosyne'nin dokuz kızı olarak anılan Museler/Mousalar,
(Grimal, 1997’den aktaran Uslu, 2009:çevrimiçi) bazen insanla tanrı arası belirli bir
şekle sahip olmayan periler (Erhat, 1978’den aktaran Uslu, 2009:çevrimiçi) veya
ilaheler (Begenç, 1967’den aktaran Uslu, 2009:çevrimiçi) olarak tanımlanırlar.
Sayıları mitolojilerde önce bir iken, daha sonra üç ve daha da sonra dokuz olduğu
kabul edilmiştir. Ancak peri veya ilahe olarak her iki tanımlamada da Museler güzel
sanatları kendilerinde barındıran özellikleri ile tanrıları ve insanları eğlendirir, şiir,
destan ve methiyeleriyle onlara cesaret ve ilham verirler. Bu nedenle Museler bazen
ilham perileri, bazen de güzel sanatların ilaheleri olarak tanımlanırlar. Dokuz
Muse’den biri olan Euterpe'nin müzik ilham verme veya müzik icra etme,
Kalliope'nin destansı şiir söyleme, Terpsikhore'nin hafif dans ve şiir söyleme
46
özellikleri vardır. Diğerleri güzel konuşma (hitabet), geçmişi güzel bir şekilde
hatırlatarak övme veya cesaret veren şarkılar ve şiirler söyleme (destan veya övgü)
özelliklerine sahiptir. Ancak bütün Muselerin başı Apollon'dur. Çünkü Apollon
müziğin, sanatların ve şiirin tanrıçasıdır (Bayladı, 1995’den aktaran Uslu,
2009:çevrimiçi), müzik aletlerini özellikle de liri iyi çalar. Müziği ilham eden
Euterpe de iyi flüt çalar ve eski Yunan vazolarında çifte flütle temsil edilir (Begenç,
1967’den aktaran Uslu, 2009:çevrimiçi). Museler tanrıların eğlencelerinde mutlaka
müzik çalma, eğlendirme ve şarkı söyleme özellikleriyle bulunurlar.(Grimal,
1997’den aktaran ’den aktaran Uslu, 2009:çevrimiçi).
Ortadoğu Medeniyeti'nden Sümer Mitolojisinde su evi anlamına gelen Ea-
Oannes tanrısı su kenarında yaşar, insanlara güzel sanatları, şiir ve güzel
konuşmanın temeli olan edebiyat, müzik ve tarım öğretirmiş (Mutlu, 1968’den
aktaran ’den aktaran Uslu, 2009:çevrimiçi).
Sümer tabletlerini inceleyen Kramer, Sümer inanışında tanrıların katında
bulunan adalet, barış, güç, yaratıcılık gibi özellikler yanında lilis, ub, mesi, ala
denilen dört müzik çalgısının bulunduğunu, müzik ve sanatında tanrı katında var
olanlar arasında olduğunu listelemiştir (Campbell, 1962’den aktaran ’den aktaran
Uslu, 2009:çevrimiçi).
Mısır Medeniyeti’nde Osiris, bir tabiat tanrısı iken her türlü şiddete
karşıymış. Bütün ülkeleri şarkı söyleyerek ve müzik konserleriyle zapt etmiştir.
Ülkeleri iyilikle idare etmiştir (Mutlu, 1965’den aktaran ’den aktaran Uslu,
2009:çevrimiçi).
Mısır Mitolojisinin Gök Tanrısı Hator, kadınların koruyucusu olduğu gibi
neşe, aşk, dans ve müziği ilham ederdi. Müzisyenleri korurdu.(…)Yunan
mitolojisindeki dokuz Muse gibi, Mısır Mitolojisinde de zamanla bu Hatorların
sayısı dokuza çıkmıştır. Mısır Mitolojisinde neşe, aşk, dans ve müziğe ek olarak
47
Hatorlar çocukların geleceklerinden haber verirlerdi (Mutlu, 1965’den aktaran ’den
aktaran Uslu, 2009:çevrimiçi).
Çinlilerin Mitolojisi’nde müzikle ilgili bilgiler tarih anlatılarıyla karışıktır ve
aktarılan bilgiler MÖ 3000’li yıla kadar uzanmaktadır (Grebene, 1978’den aktaran
’den aktaran Uslu, 2009:çevrimiçi).
Mitolojide müziği icat eden Fuhsi (M.Ö. 2935) aynı zamanda Çin
Müziği’nde bulunan beş kanun çalgısından ilkini icat etmiştir. Efsanevi kraliçe Niu-
gua bambu borulardan Çıng denilen ağız orgunu icat etmiştir. İmparator Şûn (M.Ö.
2255) Müzik Felsefesi’ni kurmuş, müzikteki her şeyin bir anlamı olduğunu
söyleyerek ahlak esaslarına dayandırmıştır. Pan flütünü (P'ey-hsiao) ve beş ipek telli
sazı icad etmiştir. Onun yaptığı "Da-Şao" adlı beste kendisinden sonra gelen
Konfüçyüs'ü bile etkilemiştir (Meydan Larousse, C:III, 1972:262-263).
Konfüçyüs'ün düşünce sisteminde ilk ciddi yenilik yapan M.Ö. 480-400
yıllarında yaşayan Mo Tzu'nun müzikle ilgili çalışmaları çok önemsenmektedir
(Campbell, 1962’den aktaran Uslu, 2009:çevrimiçi).
Çin Filozofu Konfüçyüs belki de eski inançların etkisiyle müziğin
etkilerinden bahsetmek ihtiyacını hissetmiştir. Ona göre
müzik yapıldığı zaman kişiler arası ilişkiler düzelmekte, gözler parlak, kulaklar
keskin olmaktadır. Kanın hareketi ve dolanımı sakinleşmektedir. Görenekler
değişmekte ve dünyada her şey bir düzen içinde olmaktadır. Müzik tonların
verimidir. Neşeli sesler ince ve yavaştır, ruha rahatlık verir. Sevinç dolu sesler
yüksek ve sonra dağılıcıdır. Öfkeli sesler korkunç ve kabadır. Saygı taşıyan sesler
doğru ve gösterişsizdir. Sevgi gösteren sesler yumuşak ve ahenklidir. Ancak sesin
bu altı özelliği doğal değildir, dış etkenlerin aracılığı ile meydana gelen etkilerdir.
Müzik ahenkle süslenir, iyi ruhlara yönelir (Colombe, 2006:23).
48
Türk Mitolojisi’nde müzik fazla bir yer tutmamaktadır. Türklerin eski
destanları daha çok kahramanlıkla ilgilidir ve müziğe pek rastlanmamaktadır. Ancak
yine de bazı Türk efsanelerinde müzikten bahsedilmektedir. Örneğin Uygur
Türkleri'nin inanışlarında yer alan Budist Mitoloji’de sularda ve bazı ağaçlarda
yaşadığına inanılan Apsara isimli su perileri, Germenler'in Elfleri gibi müzik yapıp
şarkı söylerler. Yine bu inanışa göre Sarasvati, müzik ve bilgelik tanrıçasıdır
(Çoruhlu, 1999’den aktaran Uslu, 2009:çevrimiçi).
Doğu mitolojisinde görüldüğü gibi Türk-İslam Mitolojisi’nde Venüs/ Zühre
diğer adıyla Çoban Yıldızı'nın etkisi neşe, eğlence ve sevgidir. Müzik gibi işlere
yatkın bir etkisinden dolayı Doğu Mitolojisi’nde çoğunlukla minyatürlerde Çenk
çalgısı ile birlikte çizilmiştir (And, 1998’den aktaran Uslu, 2009:çevrimiçi). Bu
anlayış Türk Müziği sözlerinde de görülür. Eski Türk Müziği kitaplarında
makamlarla yıldızlar, insanlar arasında bir etkileşmeden söz eden aktarmaların da
mitoloji ile yakından ilgisi vardır. Bununla birlikte XV. yüzyıl eserlerinden
Ruhperver'de müziğin icadıyla Âdem Peygamber'in yaradılışı arasında bir ilgi
kurulmuştur (Uslu, 2004’ten aktaran Uslu, 2009:çevrimiçi).
49
C. İzleyici Kavramı
Film müziğinin etkileri üzerine yapılan bu araştırmada söz konusu etkiye
maruz kalan kişi izleyicidir. Bu konuda bir uyarıcı-tepki modeli oluşturulduğunda
uyarıcı filmde yer alan müzik, tepki veren ise filmi izleyen kişi olacaktır. O halde
izleyici kavramına ve izleyicinin uyarıcılara verdiği tepkilere dair ortaya atılan
kuramlara yer vermek gerekmektedir.
Kelime karşılığı “izleme işini yapan kimse” olan izleyici kavramı (TDK,
Türk Dil Kurumu Genel Türkçe Sözlük, 2009:çevrimiçi), terimsel olarak sinema ve
televizyon izleyicisi şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Sinema terimi olarak “Sinemaya
giden, filmi izleyen kimse”, televizyon terimi olarak ise “Televizyon yayınını
izleyen kimse” olarak tanımlanmaktadır (TDK, Türk Dil Kurumu Sinema ve
Televizyon Terimleri Sözlüğü, 2009:çevrimiçi).
Genellikle izleyici denildiğinde, gün içinde farklı konumlarda o ya da bu
şekilde televizyon seyreden insanları tek bir kavram altında toplamak çabası
yatmaktadır. İşte bu noktadan hareketle, farklı yayın kurumları kendi çıkarlarına ve
hedeflerine göre farklı izleyici tanımları yapmaktadırlar. Bu farklı izleyici
tanımlarına bağlı olarak gereksinim ve istek tanımı da değişmektedir. İzleyicilerin
istekleri ve gereksinimleri konusunda birbirinden farklı görüşlerin olması sebebiyle
kitle iletişim kuruluşları ve izleyici arasındaki ilişki oldukça problematik ve
karmaşık bir hal almaktadır. Her kurumun kendisine göre bir izleyici tanımı
bulunduğuna göre sorumluluk konusunda farklı kurumlar farklı sonuçlara
ulaşmaktadır. Sonuç olarak izleyiciler denildiğinde genel olarak toplumun mu,
yoksa pazarın mı kastedildiği akla gelmektedir. Aynı şekilde izleyici, bireyi ya da
vatandaşı mı yoksa tüketici ya da müşteriyi mi nitelemektedir. Bu durumda genelde
sözü geçen kurumun kamu kurumu olması izleyiciyi vatandaş, ticari kurum olması
ise tüketici olarak görmesi söz konusu olmaktadır (Çaplı, 2002: 150).
50
Yaratıcı belli bir etkileme amacı ile ürettiği görsel ve işitsel mesajları
izleyiciye sunar. İzleyici kitle iletişiminin biçim ve içeriğini belirleyen en önemli
etkendir. (…) Daha çok izleyici daha çok reklam geliri yani daha çok kar anlamına
gelir (Kars, 2003:9).
Birinin bir şeyi söyleme biçiminin, söylemek için seçtiği şeyin alıcıya göre
şekillendirilmesi iletişimin bir ilkesidir. Bu anlamda iletişim kendisinde alıcıdan bir
şeyler bulundurmalıdır. Ancak medyanın büyüklüğü ve biçimlerinin çeşitliliği
iletişimde bu izleyiciyi daha iyi görmemizi sağlar. Açık bir örnek vermek gerekirse,
genç kızlar için hazırlanan fotoromanlar izleyicilerini öykülerde kullanmak için
seçtiği fotoğraflar yoluyla temsil eder. Bu iletişimin kim için yapıldığı konusunda
hiçbir soru işareti yoktur. Bu çeşit özdeşleşme, izleyicinin kendisini ürünle
ilişkilendirmesine yardımcı olur (Burton, 1995:184).
İzleyicilerle ilgili ortaya atılan ilk kuramlarda izleyici, kitle iletişim
araçlarının negatif etkilerinden korunması gereken, araçların her aktardığından direk
olarak etkilenen savunmasız kişiler olarak değerlendirilmiştir. Ancak daha sonraları
izleyiciyi pasif gören bu kuramlar yerlerini izleyicinin aktif rol aldığı etki-tepki
kuramlarına bırakmıştır. Etkin izleyici-edilgen izleyici kavramları da bu şekilde
ortaya çıkmıştır. İzleyicinin kitle iletişimimdeki rolünü daha iyi kavrayabilmek için
bu kuramların ve kavramların açıklanması gerekmektedir.
a. Etkin İzleyici ve Edilgen İzleyici Kavramları
Kitle iletişim araçlarıyla izleyici ilişkisini açıklamaya çalışan kuramlar
genelde iki temel noktadan hareket ederler: Birinci gruptaki araştırmacılar
medyanın aktif bir etkileme aracı olduğundan hareketle, izleyiciyi etkiye maruz
kalan edilgen alıcılar durumuna indirger ve televizyonun izleyiciler üzerindeki
etkisini izleyicinin direnişini dikkate almadan inceler. Henüz 1961 yılında Wilbur
51
Schramm, “etki kavramı bizi yanlış yönlendirmektedir; çünkü bu kavram
televizyonun çocuğa bir şeyler yaptığını çağrıştırmaktadır. Buna göre televizyon bir
aktördür; çocuklar da üzerinde oynananlardır” diyerek izleyiciyi pasif bir alıcı
durumuna sokan araştırmalardaki yanlışa dikkat çekmiştir (Werner, 2002’den
aktaran Tekinalp, Uzun, 2006:115).
Üretime etkili bir geri besleme sağlama olanakları çok kısıtlı da olsa
izleyiciler aldıkları iletişimle bir şey yapma anlamında mitolojinin söylediği kadar
miskin değillerdir. Başlangıçta iletinin alıcıları enformasyonun işleyicileridirler.
Fiziksel olarak edilgin bir şekilde oturup seyrediyor olabilirler ancak gerçekte
zihinlerde çok değişik şeyler olmaktadır. İnsanlar b,r gözleriyle ekrana bakarken,
başka şeyler hakkında konuşmak da dahil birçok şey yapmaya devam etmektedirler.
Bu sırada yapılan kod açımında verilen anlamlar izleyicinin bilgilerinde,
düşüncelerinde, dünya bakış açısında özümsenmektedir (Burton, 1995:190).
b. Sihirli Mermi Kuramı
Bu kurama “Hipodermik İğne Kuramı” veya “Şırınga Modeli” de
denmektedir. Şu şekilde açıklanabilir: Bu modelde bireyin de parçası olduğu
çevredeki fizik enerjide meydana gelen bireyin duyusal organlarını etkileyen
değişmelere “uyarıcı” adı verilir. Bireyin denge durumunu yeniden sağlamak için
davranışlarında oluşturduğu değişiklik ise o uyarıcıya karşı gösterdiği tepkidir
(Tolan vd., 1985’den aktaran Tekinalp, Uzun, 2006:111). Sihirli mermi kalabalığa
atılır, dostlara ve tarafsızlara zarar vermeden zikzaklar çizerek gidip düşmanı bulur.
İleti nüfus içinde yayılır; birçok kişide görülebilir bir etki yapmadan geçer, fakat
yönelim arayan belli azınlığın şimdiki gereksinimleriyle iletinin içeriği uyuştuğu
zaman etki ortaya çıkar (Alemdar, Erdoğan, 1998’den aktaran Tekinalp, Uzun,
2006:111).
52
O halde bu kuram film müziğinin izleyici üzerindeki etkisine uyarlandığında,
hüzünlü bir müziğin izleyiciler arasından o sırada hüzünlü bir ruh hali içinde
bulunanları daha fazla etkileyeceği, neşeli bir ruh hali içinde bulunanları ise pek
fazla etkilemeyeceği öne sürülebilmektedir. Aynı mantıkla filmde çalan romantik bir
müziğin, aşk içindeki bir izleyiciyi daha derinden etkileyeceği söylenebilmektedir.
c. Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı
Gerbner’in ekinleme kuramının bir bakıma alternatifi olarak
değerlendirilebilecek bu yaklaşıma göre, izleyiciler gereksinimlerini doyuma
ulaştırmaya çalışırlar. Doyum için kullandıkları kitle iletişim araçlarının ürünleri
arasında gereksinimlerini karşılamak için seçme yapmaktadırlar. Bu amaçlı
etkinlikler sonucu gereksinimler giderilmekte, gerginlikler azaltılmaktadır
(Tekinalp, Uzun, 2006:112).
Kullanımlar ve doyumlar yaklaşımı çerçevesinde yapılan çeşitli araştırmalar,
bireylerin gereksinimlerini başlangıç noktası olarak almaktadır. Birey merkezli bu
yaklaşımın, toplumsal çıktıları göz ardı eden zayıf yönü bulunmakla birlikte, prtak
beklentileri saptamaya elverişli yönü ile izleyicilerin toplumsal ve psikolojik
gereksinimlerini karşılamalarına olanak tanımaktadır (Kars, 2003:11).
53
B. GÖRÜNTÜ-MÜZİK VE SİNEMA-MÜZİK İLİŞKİSİ
A. Görüntü ve Müziğin İlişkisi
Müzik her ortamda duygularla direk veya dolaylı bir ilişki içerisindedir ve
bunu çoğu zaman fark ettirmeden yapmaktadır. Bu bağlamda müzik duyguları
yönlendirerek ve arttırarak görülen ile ilgili ne hissedileceğini belirlemektedir.
Konuralp (2004)’in görüşüne göre, görme ve işitme her zaman ortak bir biçimde
faaliyettedirler.
İnsanlar düşüncelerini aktarmak için ilk olarak görüntüyü kullanmışlardır.
Bu ilkel düşünceleri taşlara, mağara duvarlarına ya da yüksek yarların yamaçlarına
kazıyarak ifade etmişlerdir. Bir at görüntüsünü anlamak Türk kadar Fin'li için de
kolaydır. Görüntü evrensel bir simge, hareket eden görüntü ise; evrensel bir dildir.
Bu evrensel dilin daha zengin bir biçimde aktarılabilmesi için başka bir dile, “müzik
dili”ne ihtiyaç vardır (Budak, 1996’dan aktaran İmik, Yağbasan, 2006). İki evrensel
dilin birleşimi ile görüntünün anlatı özelliği daha da güçlenmektedir. Müziğin ilk
film gösteriminden bu yana filmlerde kullanıldığı bilinmektedir. Film ve müzik hem
bir birini desteklemekte hem de bütünleşip yeni bir ürün oluşturmaktadır (İmik,
Yağbasan, 2006).
Müziğin görüntüye ek bir öğe olması insanın yaşantısının doğal bir eylemi
olarak ortaya çıkmıştır. İnsan; gören, duyan, bunun yanında gördüklerini ve
duyduklarını yorumlayan bir canlıdır. Gözleri kapalı müzik dinleyen bir kişi dışında
herkes, müzik dinleme eylemini gerçekleştirirken bunu bir izleme eylemiyle birlikte
gerçekleştirmektedir. Şöyle ki herhangi bir ortamda edilen bir sohbet sırasında çalan
müzik, kişinin diğer sohbet ettiği kişileri izlerken dinlediği müziktir. Aynı mantıkla,
bir partide dans eden bir kişi, çalan müziği dans eden diğer kişileri izlemesi
sırasında dinlemektedir. Hatta evde yemek yaparken müzik dinleyen kişi sebzeleri
54
doğrayan, dışarıda alışveriş yapan kişi ise market raflarındaki ürünleri alan kendi
ellerini izlemektedir. O halde müzik dinlerken sürekli izleme halinde olan kişinin,
izlerken de müzik dinleme isteği kaçınılmaz hale gelmektedir.
Müziğin görüntüye eşlik etmesi gerektiği fikri, hareketli görüntünün elde
edildiği ilk yıllarda ortaya çıkmıştır. Sinematografın bulunmasından önce büyülü
fenerle yapılan (bugünkü slayt gösterilerini andıran) gösterilerde dahi gösteriye
müzik eşlik etmiştir.
Film kuramcılarının yıllar önce yaptığı araştırmalarda, izleyiciler görüntüye
ses eklendiğinde perdeyi daha aydınlık gördüklerini ifade etmişlerdir. Bu sonuç
filme eşlik eden müziğin görüntüyü daha anlaşılır kıldığının bir kanıtı olarak
düşünülebilmektedir.
Görüntüye eşlik eden müziğin türü, izleyiciye yönelik planlanan amaca göre
değişkenlik göstermektedir. Bahsi geçen görüntü bir sinema filmi, televizyon dizisi,
reklam filmi veya video klip olabileceği gibi, bu görüntüye eşlik eden müzik de bu
türe göre değişkenlik gösterecektir. Örneğin, genellikle kısa planlardan oluşan ve
hızlı kurguyla birleştirilmiş reklam filmlerinde, kendi hızı ve temposuna uyacak
şekilde hareketli ve hızlı ölçüde müzikler kullanılmaktadır. Benzer biçimde,
duygusal ve yavaş tempoda bir şarkı için çekilmiş bir video klipte görüntüyle
uyumlu olması için sıklıkla yavaş çekim efekti kullanılır veya klipteki oyuncular
yönetmenin yönlendirmesiyle daha yavaş hareket eder.
Müziğin görüntüye eşlik etmesinde farklı teknikler kullanılmaktadır.
Bunların içinde en yaygın olanı yukarıda bahsedildiği gibi yavaş görüntüye yavaş
müzik, hızlı görüntüye ise hızlı müziğin eşlik etmesidir. Bu durum sinemada,
televizyonda, reklamlarda ve video kliplerde büyük oranda böyledir.
Müziğin görüntüye küçük ayrıntılarıyla eşlik etmesi tekniğinde ise temel
olarak müzik ile görüntü arasında matematiksel bir eşleşme söz konusudur, diğer bir
55
deyişle orkestra görüntüdeki sesleri taklit etmektedir. Örneğin görüntüde
merdivenlerden hızla inen birisi varsa, bu görüntüye eşlik eden müzikte o kişinin
adımlarıyla uyumlu bir piyano sesi bulunmaktadır ve piyanonun tuşlarına,
görüntüdeki kişinin merdivenden inerken attığı adımlarla aynı anda basılmıştır. Bu
tekniğin en belirgin örneklerine çoğu zaman askerlerin ayak seslerinin vurmalı
çalgılarla taklit edilmesi şeklinde rastlanmaktadır.
1. Televizyonda müzik
Görsel ve işitsel bir araç olan televizyon kitle iletişim araçları içinde en
yaygını olmasının yanında yapımlarında müziği çok yoğun bir şekilde kullanan bir
araçtır. Televizyonda müzik nerdeyse her program türünde çeşitli şekillerde ve
işlevlerde kullanılmakta, bu işlevlerin en başında ise müziğin destekleyici rolü
gelmektedir. Çoğunlukla sanatsal bir kaygının tersine izlenme kaygısı taşıyan
televizyon yapımlarında dikkat çekici, akılda kalıcı ve çoğu zaman daha önce farklı
bir yapım için bestelenmiş müzik eserleri kullanılmaktadır. Günümüzde dizi filmler
yoğun rekabet nedeniyle bu durumun biraz olsun dışına çıkmış ve özgün bestelerini
yapma yoluna gitmişlerdir.
Televizyon ve sinema, müziği kullanma açısından da diğer birçok yapım
unsurunda olduğu gibi birbirinden ayrılmaktadır. Televizyon içinde birçok seçeneği
barındıran ve izleyicinin istediği anda tercihini değiştirebileceği bir yapıya sahiptir.
Bir kanaldan sıkılan izleyici elindeki kumanda aleti sayesinde o anda başka bir
kanala geçebilmekte, bu da televizyon kanalları ve dolayısıyla televizyon yapımları
arasında rekabeti arttırmaktadır. Bu durum televizyon yapımcılarını daha hareketli,
duygulara hitap eden ve dikkati canlı tutan yapımlara, dolayısıyla akılda kalıcı
müzikleri yoğun bir şekilde kullanmaya itmektedir. Zamanın kısıtlı olması sebebiyle
de kullanılan müzikler o yapımlara özgü besteler olmamaktadır. Sinemada ise
durum televizyondakinden farklıdır. İzleyici ücret ödeyerek film izlemek için girdiği
56
salondan kolaylıkla ayrılmamakta, sıkıldığı anda başka bir filme geçememektedir.
Bu da yönetmeni müzik kullanımı konusunda televizyonda olduğu kadar
zorlamamaktadır.
Televizyon yayıncılığında yaşanan hızlı gelişmelerle müzik endüstrisinin
gelişimi arasındaki ilişki, bu alanların gerek teknolojik gerekse içerik düzeyinde
şekillenmesine etkide bulunmuştur. Televizyon yayıncılığının kablo, uydu ve dijital
televizyon sistemleri aracılığı ile genişlemesi, müziğin gittikçe artan bir şekilde, bu
kanalların yayın akışının önemli bir parçası haline gelmesine neden olmuştur
(Çelenk, 2000’den aktaran İmik, Yağbasan, 2005:107).
Televizyonu sinemayla karşılaştıran John Ellis (1982), televizyonun
çoğunlukla aydınlık bir odada duruyor ve seyrediliyor olması, bireylerin değil, hane
halkının bir arada yaşadığı bir ortamın içinde bulunuyor olması ve boyutlarının
küçüklüğü nedeniyle televizyon yayınındaki sesin sinemadakinden çok daha farklı
olduğunu söylemektedir (aktaran Kılıçbay, 2004:60). Televizyonda sadece
programlarda değil program tanıtımlarında, program geçişlerinde, hatta kanalın
kendi reklamının yapıldığı görüntülerde müzik yoğun bir şekilde kullanılmaktadır.
Nerdeyse her televizyon kanalını çağrıştıran küçük bir melodi bulunmakta, bu
melodi yayın kuşağında gün içinde sık sık tekrarlanmaktadır. Böylece evin içinde
televizyona bakmayan biri bile hangi kanalın açık olduğunu fark edebilmektedir.
Televizyonda müzik daha çok eğlenceyle özdeşleştirilmiştir. Bunun sebebi,
müziğin televizyonu, televizyonun müziği kullanmasından daha gösterişli bir
biçimde kullanmasıdır. Televizyonda yayınlanan talk showlarda, çeşitli tür ve
formatlardaki eğlence programlarında ya da tartışma programlarında müzik yalnızca
arka plan olarak kullanılmamakta, müzik performanslarına da yer verilmektedir.
Müziğin televizyon programlarıyla böylesine iç içe olması, ciddi konuların arasında
izleyiciyi eğlendirmek, ya da zaten ciddi olması beklenmeyen eğlence
programlarında daha çok ilgi çekmek amaçlarına hizmet etmektedir. Bunun yanı
sıra, televizyon bir müzik pazarlama aracı olarak da işlev görmekte ve müzikten
57
eğlence amacıyla faydalanan izleyiciler aynı zamanda tüketici olarak da
konumlanmaktadırlar (Kılıçbay, 2004:61).
a. Haber Programlarından Müzik Kullanımı
Müziğin televizyondaki eğlendirici işlevi yanında bir de gerçek olayları
olduğundan daha acıklı hale getirme işlevi kullanılmaktadır. Bu durum daha çok
haber programlarında ve reality programlarında söz konusu olmaktadır. Aslında
haber programlarında müziğin kullanılmasının ne derece etik olduğu başlı başına bir
tartışma konusudur. Bazı durumlarda kanala edilen birçok şikayet telefonuna
rağmen haber programlarında, sadece birkaç kişi etrafında dönen haberler bir kenara
tüm ulusu ilgilendiren haberlerde bile müzik yoğun bir biçimde yer almaktadır.
Bir diğer konu ise televizyonda dizi müzikleri dışında çalınan müziklerin,
sinemanın aksine o yapıma özel bestelenmemiş olmasıdır. Nerdeyse tüm haber
programlarında, çoğu yarışma programında müzikler sadece konunun duygusuna ve
temposuna uyduğu için rasgele seçilen parçalardan oluşmaktadır. Örneğin atv
televizyonu, haber kuşağında yayınladığı trajik haberler sırasında acıklı ezgisi
nedeniyle Requiem For A Dream adlı film için aynı adı taşıyan müzik grubunun
bestelediği Summer Overture adlı orijinal film müziğini kullanmaktadır. Yine askeri
operasyonlarla ilgili haberler sırasında Blood Diamond adlı filmin müziklerinden
Village Attack (James Newton Howard), daha az ciddi veya magazin içerikli
haberler için ise Ocean’s Twelve filminde Vincent Cassel’in capoeira4 yaparken
çalınan müziği Thé Â La Menthe’yi kullanmaktadır.
4 Brezilya kökenli dans ve dövüşü birleştiren bir savunma sanatı.
58
b. Dizi Filmlerde Müzik Kullanımı
Günümüzde adeta ailece gerçekleştirilen bir sosyal faaliyet halini alan yoğun
dizi izleme alışkanlığı, yapımcıların yoğun rekabet ortamında izleyiciyi en kısa
yoldan konunun içine çekme çabalarına sebep olmuştur. Türk televizyonlarında her
geçen gün yenisi gösterime girmekte olan bu dizilerin bu bağlamda müzikten büyü
oranda yararlandığı görülmektedir. Öyle ki, birçok dizi, müziğiyle tanıtılmakta,
müzik artık dizinin izlenip izlenmeyeceğine karar verilme aşamasında
kullanılmaktadır. Bu gibi gelişmeler göz önüne alındığı takdirde, dizi filmlerde
kullanılan müzik unsurunun dizi filmi izleme oranını büyük ölçüde etkilediği
söylenebilmektedir.
Bu çerçevede 2006 yılında dizi müziklerinin izlenme oranlarına etkisine
ilişkin yapılan bir çalışmada (İmik, Yağbasan), dizilerin izlenirlik oranının yüksek
olmasında müziğin önemli bir unsur olduğu ve izlenirlik oranı yüksek olan dizilerin
müziklerinin daha çok akılda kaldığı sonucuna ulaşılmıştır.
En yoğun kullanıldığı program türlerinden biri olan televizyon dizilerinde
müziğin, bu denli önemli bir tanıtım aracı olmasının da etkisiyle çoğunlukla özgün
besteler kullanılmaktadır. Bunun bir diğer nedeni dizilerde hikayenin her hafta
devam etmesi, dolayısıyla süren bir yapımın benimsenmesi, takip edilmesi için
kendine özgü bir müziğinin olmasının gerekli görülmesi olarak da
düşünülebilmektedir. Ayrıca bu müzik, izlenme oranlarına bestelenme maliyetine
değecek şekilde olumlu etki yapmaktadır. Örneğin bugün Kanal D’de yüz bölümü
aşan ve hala devam eden dizi film Yaprak Dökümü’ne birçok şarkı bestelenmiş,
piyasaya çıkan 21 şarkılık soundtrack albümü iki yıl içinde ciddi satış rakamlarına
ulaşmıştır. Benzer şekilde izlenme oranı yüksek dizi filmlerin müzikleri izleyiciler
tarafından bilinmekte ve albümleri satın alınmaktadır.
59
Dizi müziklerine gösterilen bu ilgiye rağmen televizyon dizilerindeki
müzikleri dinleyenlerin sayısı, sinemada film müziğiyle ilgilenenlerin sayısından
daha düşüktür. Besteci müzik açısından kusursuz bir beste yapsa da, müzik daima
dizinin hızlı temposu ve diyalogları arasında kaybolacaktır. Dikkati çekebilecek en
iyi kısım başlangıç ve bitiş jenerikleridir (Konuralp, 2004:137).
c. Reklamlarda Müzik Kullanımı
Günümüz sanayi ve tüketim toplumunda görüntü-müzik ilişkisinin belki de
en önemli kullanımı reklamlarda karşımıza çıkmaktadır. Yoğun rekabet ortamında
topluluğa hitap etmenin ve onları ikna etmenin en önemli yolu reklam filmleridir.
Radyo ve televizyon şirketlerinin gelir kaynakları incelendiğinde bir
çoğunun tek maddi gelir kaynağının reklam gelirleri olduğu görülmektedir. Bu
şirketlerin gerçekte sattıkları şey programları değil, izleyici kitleleridir (Alpagut,
2004:35). O halde reklamcının yapması gereken en çok izlenen kanalın izleyici
kitlesini satın almaktır. Ancak bundan önceki hedefi; bu kitlenin ilgisini, kanalın
yayın akışı içerisinde reklam kuşağında da canlı tutabilmektir. Bunun içinde
reklamın izlenebilirliği, ilgi çekiciliği önem kazanmaktadır.
Reklamcılar ikna etme yeteneklerinin yanında, görüntü ve sesi, toplumsal ve
psikolojik motivasyonlar elde etmek için çok iyi kaynaştırmak zorundadırlar. Her yıl
Amerika’da televizyonlarda gösterilen 60 milyar saatlik reklam kuşağının dörtte
üçünden fazlası, bir şekilde müzik içermektedir. Müzik reklamın amacına
ulaşmasına aşağıda ele alınan 6 temel öğe ile araç olmaktadır (Alpagut, 2004:35-
37):
60
• İlgi çekme ve eğlendirme: İyi seçilmiş müziğin amacı, reklamı daha ilgi
çekici hale getirerek etkisini arttırmaktır. Kullanılan müzik parçasının satılan
ürün ile benzeşmesi şart değildir, çünkü ilgiyi çekmek ön plandadır.
• Yapı ve süreklilik: Reklamlar mesajlarını genellikle çok kısa sürelere
sığdırmak zorundadırlar. Belki de müziğin en önemli görevi bir seri
görüntüyü, dramatik parçayı ve verilecek mesajı bağlayarak kısa sürede çok
şey anlatılmasını sağlamaktır.
• Akılda kalıcılık: İnsan beyninin ilginç özelliklerinden biri de müziğin beyni
işgal etme şeklidir. Ayrıca müziği algılanması çoğu zaman istem dışı
olmaktadır. İyi seçilmiş bir müzik parçası, reklam bittikten sonra da insan
zihnini bir süre oyalar. Eğer ürün bu müzik parçasıyla özdeşleştirilmişse
reklam amacına ulaşmış olur. Bu müzik parçasının içinde ürünün marka
adının geçmesi bu özdeşleştirme için iyi bir yöntemdir.
• Müziksel Dil: Müzikle söylenen sözler, konuşularak söylenen basmakalıp
sözlerden daha fazla ilgi çeker. Bu sebeple mesaj konuşma ile, duygusal ve
desteleyici öğeler ise müzikle iletilmeye çalışılır.
• Hedef Kitle: Müzik türleri e stilleri uzun süredir belli toplumsal kesimler ile
özdeşleşmiştir. Bu nedenle müzik, hedef kitleye ulaşmak için iyi bir araçtır.
• Otorite Kurulması: Müziğin bir başka yardımı da reklamın inandırıcılığının
arttırılması ve bu yolla otorite kurulmasıdır. Reklamda, ürünle alakalı bir
uzman veya ünlü görüşüne yer verildiğinde, onun stiline uygun tarzda müzik
çalınması, inandırıcılığı arttırmaktadır.
61
d. Müzik Videoları
Görüntü-müzik ilişkisinin en belirgin biçimde öne çıktığı yapımlar, müzik
videoları, yaygın ifade ediliş biçimiyle video kliplerdir. Müzik videoları, o dönemin
popüler olan şarkılarının tanıtılması ve kitlelere ulaştırılması amacıyla; şarkının
çoğu zaman ilişkili, bazen de ilişkili olmayan görüntülerle eşleştirilmesi sonucu
ortaya çıkan, şarkı uzunluğundaki görsel-işitsel yapımlardır. Önceleri şarkı boyunca
sadece seslendiren şarkıcının görüntülendiği müzik videoları; günümüzde yoğun
rekabet sonucu ortaya çıkan izlenme kaygısıyla, hikayesi olan kısa metraj film
benzeri yapımlar halini almıştır.
Müzik videosu kavramı, beraberinde sanatsal ve ticari yönü konusundaki
tartışmaları gündeme getirmekte; müzik endüstrisi için etkili bir pazarlama aracı
olması nedeniyle, sanattan çok endüstriyel bir ürün olarak tanımlamak daha yerinde
olmaktadır. Müzik videoları müzik albümlerinin satışlarını desteklediği gibi, müzik
kanalları aracılığıyla başlı başına gelir getiren ürünler olarak da karşımıza
çıkmaktadır.
Dünya’da MTV ile yaygınlaşan müzik videosu kavramının temelini
Türkiye’de, televizyondaki müzik-eğlence programları atmıştır. İnsanın temel
gereksinimlerinden biri kabul edilen eğlence unsurunun etkisiyle ortaya çıkan müzik
videolarının insan psikolojisi üzerinde olumlu etkisi söz konusudur. Ancak, yaşamın
gerçeği olan gerginlik ve sorunları, eğlencenin kurgusal dünyasında hafifletme ya da
ortadan kaldırma imkanı sağlayan müzik videolarının yaptığı bu olumlu etki,
gerçekliğin algılanmasına engel olması nedeniyle tartışmaya açıktır.
Keith Negus (1996), 1980’lerle birlikte kliplerin popüler müzik üretimi ve
promosyonunun bir parçası haline geldiğini belirterek, kliplere karşı yöneltilen
eleştirilerin, görüntünün müziği sıradanlaştırdığı yönünde odaklandığını
vurgulamaktadır. Böylece, görüntünün oluşturulması her zamankinden daha çok
62
önem kazanmış, hatta sesin önüne geçerek, dinleyicinin hayal kurma, imgelem
oluşturma yetisini elinden almıştır. Dinleyicinin hayal kurabilme yetisi, yerini
endüstrinin promosyon mekanizmasına bırakmıştır (aktaran Taşbaşı, 2004:74).
Negus’un bu eleştirisi belki de müzik-görüntü ilişkisi bakımından yapılmış en insani
eleştirilerden biridir.
Müzik videosu bağlamındaki kuramsal tartışmalar yoğun olarak
postmodernizmle olan ilişkisi üzerinde yoğunlaşmıştır. Aydın Uğur (1991), müzik
videosunun tam anlamıyla postmodernist estetiğin ürünü olduğunu vurgulamıştır
(aktaran Bektaş, 2008). Çelikcan, müzik videosunun postmodern olarak
değerlendirilmesinin nedeni olarak, gerçeklik ve kurmaca arasındaki sınırları
ortadan kaldırarak nihilist bir evren yaratmasını, böylece toplumsal ve siyasal
gerçeklerden uzaklaştırmasını göstermiştir (1996:13). Bu durum sanatın işlevselliği
çerçevesinde değerlendirildiğinde, sanatın toplum ve siyasetten uzak olamayacağı
göz önüne alınarak müzik videolarını “sanat” kavramından uzaklaştırmaktadır.
Diğer yandan müzik videolarının, sinemaya ticari anlamda önemli ölçüde
katkı sağladığı görülmektedir. Filmin ana tema müziğinin ve filmin doruk
noktalarından görüntülerin birleştirilmesiyle elde edilen benzeri video klipler filmin
tanıtımı için oldukça yararlı olduğu görülmektedir. Öyle ki günümüzde bu videolar
neredeyse fragmanların yerini almıştır. Müzik televizyonlarında gün boyunca sık sık
gösterim imkanı bulan bu videolar, çoğu zaman film daha gösterime girmeden
izleyiciyi film hakkında bilgilendirerek, toplumda filme ilişkin talep
oluşturmaktadır.
63
2. Sinema ve Müzik İlişkisinin Endüstriyel Boyutu
a. Sektör Olarak Sinema
Sinema örgütlü bir sosyal yapı (şirket veya kurum) ve bu örgütlü yapıyı
açıklayan düşünsel üretim olduğuna göre, aynı zamanda seyir için üretilen bir ürünü
ve bu ürünün ideolojisiyle ilgili örgütlü bir faaliyeti, bu faaliyetin amaç ve
sonuçlarını anlatır. Günümüzde sinema ve müzik, küresel çapta iş yapan dev
şirketler tarafından üretiminden, dağıtımı ve gösterimine kadar tekelleşmiş bir
endüstriyel yapıya sahiptir. Bu şirketlerin önemli bir kısmı aynı zamanda CD, müzik
üretimi ve dağıtımını da kontrol ederler (Erdoğan, Solmaz, 2005:33).
Türkiye’de olduğu gibi ABD ve Avrupa’da da medya, sürekli farklı
alanlarda yeni girişimlerde bulunan büyük holdinglerin elindedir. Bu holdingler
medyayı çoğu zaman farklı amaçları için kullanırlar.
Patronlar sahibi oldukları diğer işletmeleri, daha doğrusu içinde çalıştıkları
sistemi güvence altına almak için medyayı ellerinde tutarlar. Bunu yapmadaki
amaçları dört cümleyle özetlenebilir: birincisi, patronlar medyayı kendilerine ait
diğer sektörlerin reklam aracı olarak kullanabilmektedirler; üçüncüsü, medyayı
rekabet halindeki diğer sektörlerle mücadele aracı olarak kullanabilmektedirler;
dördüncüsü de, bütün bunları yaparken kamuoyunu eğlendirerek, uyutarak,
yönlendirerek siyasi erkin ve sistemin işleyişindeki yanlışlardan uzaklaştırmakta,
tepkisiz bir toplum oluşmasına bilerek ya da bilmeyerek katkıda bulunmaktadırlar
(Tekinalp, 2003:287). Amerika ve Avrupa’da holdingler genelde başta film
stüdyoları ve sinema salonları olmak üzere, yayıncılık, müzik, internet ve
telekomünikasyon alanlarında da hizmet vermektedir.
64
Örneğin Avrupa menşeli Vivendi Universal Stüdyosu’na, Cineplex Odeon
Sinema Zinciri’ne ve United Cinema International'a sahiptir. Dünyanın en büyük
firması "AOL-Time-Warner" sinemada Warner Bross Sinema Stüdyoları’na, Hanna-
Barbera Cartoons (Scooby Doo), 12 ülkede Multiplex sinemalara ve 30 ülkede
Warner Bros Studio Dükkanları’na sahiptir. Dünyanın diğer en büyük devlerinden
biri olan VIACOM sinema alanında Paramount ve United Cinemas International
Üretim Stüdyoları’na, Vivendi International ile ortak olarak Avrupa, Japonya ve
Güney Amerika'da 104 sinema salonuna, 27 ülkede satış yapan Bluckbuster Video
Dükkanları’na sahiptir. Walt Disney ise sinema alanında Walt Disney, Touchtone,
Miramaks ve Bueno Vista firmalarına sahiptir (Erdoğan, Solmaz, 2005:33).
(1) Amerika’da Sinema Sektörü
ABD kitle iletişim endüstrisi, birbiriyle sıkı bir işbirliği içinde çalışan üç
değişik yapıdan oluşmaktadır. Bu yapılar gruplaşma (network-chain), çapraz medya
sahipliği (cross media ownership), holdingleşme olarak sıralanabilir. Gruplaşma ya
da zincir oluşturma, bir iletişim aracı sahibi kişi veya şirketin aynı aracın, örneğin
bir gazetenin ya da televizyon kanalının değişik ürün ya da kanallarına sahip
olmasıdır. Bu kanallar (gazete, TV, radyo), birden fazla toplumlarda işlev yapa-
bilirler. Çapraz medya sahipliği ise en genel anlamıyla bir kişi ya da şirketin hem
gazeteye hem radyoya hem de televizyon istasyonuna sahip olması anlamına
gelmektedir. Holdingleşme, yalnız iletişim endüstrisinin değil birçok iş pazarının bir
kişi ya da bir kuruluşta toplanması demektir. Örneğin, ABD'de RCA kuruluşunun
sahip olduğu iş dallan arasında, oto kiralama, gıda pazarlama, NBC TV ve radyo
ağları, 5 TV istasyonu, 8 radyo istasyonu, RCA Victor plaklar ve video disk
cihazları sayılabilir. Aynı şekilde, Türkiye'de televizyon kanallarına veya gazetelere
sahip bir holding inşaatçılık, bankacılık, taşımacılık gibi işler de yapabilir (Tekinalp,
2003: 210).
65
Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyet Rusya arasında soğuk savaş
döneminden başlayarak günümüze kadar süren çekişmeler, sinema sektörünü bir dış
politika aracı olarak meydana getirmiştir. Amerika Birleşik Devletleri elinde
bulundurduğu nükleer gücü Sovyet Rusya üzerinde bir baskı aracı olarak
kullanamama durumuna gelmişti. Çünkü Sovyet Rusya’da nükleer güce sahip
olduğunu çeşitli yollar ile kamuoyuna göstermişti. Amerika Birleşik Devletleri,
Sovyet Rusya’ya nükleer bombalar ile saldırsa aynı saldırının kendisine Sovyet
Rusya tarafından yapılacağını anlamış ve psikolojik savaş dönemi yani Soğuk Savaş
başlamıştır. Soğuk Savaş yıllarıyla birlikte bu iki devlet kozlarını savaş yoluyla
değil bilimsel ve kültürel yollar sayesinde paylaşmıştır. Örneğin uzay çalışmaları bu
dönemde büyük bir önem kazanmış ve atmosferi aşan füzelerin fırlatılış görüntüleri
devletlerin gövde gösterilerine araç olmuştur. İşte bu dönemlerde Amerika Birleşik
Devletleri belki de hiçbir devletin düşünemediği bir şeyi düşünmüş ve bu düşüncesi
sayesinde büyük aşamalar kaydetmiştir. Bu düşünce ise Soğuk Savaş’ı sinema
sektörü yoluyla sürdürmekten başka bir şey değildir. Ardı arkası kesilmeyen Rocky
ve Rambo filmleri bu uygulamanın en büyük örneklerini oluşturmaktadır. Güçlü bir
Amerikalı adam ve karşısına çıkan acımasız düşmanlar dualitesi bu filmlerin ana
temasını oluşturmaktadır (Karakaya, 2009:çevrimiçi).
Geçmişten günümüze Amerika Birleşik Devletleri, dünyada film endüstrisini
Hollywood Sineması sayesinde elinde tutmayı başarmıştır. Yüksek maliyetli
yapımlarıyla dünyanın her yerinde elde ettiği gişe hasılatlarını yine film yapımı için
harcayan, hiçbir ülke sinemasının kendisiyle rekabeti bile söz konusu olmayan bir
sinema sektörüne sahip olmuştur. Son yıllarda ekonomik krizle birlikte diğer
sektörlerde olduğu gibi sinema sektöründe de dalgalanmalar yaşamaktadır.
Amerika'nın en büyük sinema salonu zinciri Regal'in yöneticisi Mike
Campbell, Amerikan halkının ekonomik kriz sonrası sinemalara akın ettiğini ve
şirket olarak geçen yıllara kıyasla çok iyi bir mevsim geçirdiklerini söylemiştir.
Campbell'a göre, toplam gişe hasılatı Amerika'da çift haneli rakamlarla
büyümektedir. Buna karşılık olarak, sinema sektörünün tüm kriz ve durgunluk
66
dönemlerinde hep iyi iş çıkardığını vurgulayan yöneticinin başında olduğu Regal'in
en büyük rakibi National Amusements'ın ise son krizle birlikte çok ciddi bir bütçe
sıkıntısı içinde olduğu söylenmektedir (Campbell, 2008:çevrimiçi).
Amerika’da dünyaca ünlü bazı medya holdingleri ve sahip oldukları şirketler
şu şekildedir (Erdoğan, Solmaz, 2005:253-262):
Liberty Media Corporation5:
Liberty Media, 9197 S. Peoria St., Englewood, CO 80112
http://www.libertymedia.com/
Abone televizyonlar: Court TV (50%), Discovery Communications, Inc. (50%),
Discovery Channel, The Learning Channel, Animal Planet, Travel Channel,
Discovery Health Channel, Discovery Civilization, Discovery Home & Leisure,
Discovery Kids, Discovery Science, Discovery Wings, People & Arts, Europe
Showcase, E! Entertainment Television (10%), Style, QVC, Starz Encore Group
(100%), Game Show Network (50%), MacNeil/Lehrer Productions (67%), DMX
Music, International Channel (90%), Jupiter Programming Co. (Japan) (50%),
Pramer S.C.A. (Argentina) (100%), The Premium Movie Partnership (Australia)
(20%), Torneos y Competencias, S.A. (40%)
Kablo ve telefon: Cablevisión S.A. (Argentina) (39%), Chorus Communications
Limited (Ireland) (40%), Digital Latin America (43%), IDT Corporation (11%),
Jupiter Telecommunications Co. (Japan) (45%), Liberty Cablevisión of Puerto Rico,
Inc. (100%), Metropolis-Intercom, S.A. (Chile) (50%), Omnipoint
Communications, Inc. (4%), Sprint PCS Group (20%), Telewest Communications
pic (UK) (20%), The Wireless Group (30%), UnitedGlobalCom, Inc. (74%)
Uydu İletişim Hizmetleri: Liberty Satellite & Technology, Inc. (87%),
Aerocast.com, Inc. (39%), Astrolink International LLC (27%), Hughes Electronics
Corporation (1%), On Command Corporation (66%), Sky Latin America Satellite 5 Bilgilerin tarihi: 16/3/2004
67
(9%), Wildblue Communications, Inc. (32%), XM Satellite Radio Holdings, Inc.
(1%)
Diğer: AOL Time Warner Inc. (4%), News Corporation (17%), Viacom (1%),
Vivendi Universal (4%), PRIMEDIA (partial investment), Motorola, Inc. (3%),
Cendant Corporation (3%)
News Corporation6
Corporate Headquarters, 10000 Santa Monica Blvd. Los Angeles, CA 90067
http://www.newscorp.com/
Televizyon: Fox Broadcasting Company: Fox Television Stations (34 istasyon)
BSkyB: FOXTEL, SKYPerfecTV, STAR, Stream, Fox News Channel, Fox Movie
Channel, FX, National Geographic Channel, SPEED Channel, Fox Sport
channels, Sunshine Network, Madison Square Garden Network
Film: 20th Century Fox, Fox Searchlight Pictures, Fox Television Studios
Gazeteler: United States: New York Post ; United Kingdom: News International,
News of the World, The Sun, The Sunday Times, The Times; Australia: 21 gazete
Magazinler: InsideOut, donna hay, SmartSource, The Weekly Standard, TV Guide
(partial)
Kitaplar: HarberCollins Publishers (29 şirket)
Spor kulüpleri: Los Angeles Dodgers, New York Rangers & New York Knicks
(20% - Through partnership with Cablevision), Los Angeles Kings (NHL, 40%
option), Los Angeles Lakers (NBA, 9.8% option), National Rugby League
Kırtasiye vb: Staples Center (40% owned by Fox/Liberty) News America New
Media, Fox Sports Radio Network, Broadsystem, Festival Records, Mushroom
Records, Fox Interactive, NDS, News Interactive, News Outdoor, Nursery World.
The Walt Disney Company7:
The Walt Disney Company http://www.disney.com/
6 Bilgilerin tarihi: 21/7/2003 7 Bilgilerin tarihi: 16/3/2004
68
Kitap yayıncılığı: Walt Disney Company Book Publishing, Hyperion Books,
Miramax Books
Magazine Subsidiary Groups: ABC Publishing Grup, Disney Publishing, Inc.,
Diversified Publications Grup, Financial Services and Medical Grup, Miller
Publishing Company
Çıkardığı Magazinler: Automotive Industries, Biography (with GE and Hearst),
Discover, Disney Adventures, Disney Magazine, ECN News, ESPN Magazine
(distributed by Hearst), Family Fun, Institutional Investor, JCK, Kodin, Top Famille
- French family magazine, US Weekly (50%), Video Business, Quality
Broadcasting: (includes the Capital City/ABC subsidiary)
Televizyon: ABC Television Network; Owned and Operated Television
Stations: 10 tane
Radio Stations: 66 tane
Kablo televizyon: ABC Family, The Disney Channel, Toon Disney, SoapNet,
ESPN Inc. (80% - Hearst Corporation owns the remaining 20%) includes ESPN,
ESPN2, ESPN News, ESPN Now, ESPN Extreme, Classic Sports Network, A&E
Television (37.5%, with Hearst and GE), The History Channel (with Hearst and
GE), Lifetime Television (50%, with Hearst), Lifetime Movie Network (50% with
Hearst), E! Entertainment (with Comcast and Liberty Media).
Uluslararası televizyon yayınları: (International Broadcast): The Disney Channel
UK, Taiwan, Australia, Malaysia, France, Middle East, Italy, Spain, ESPN INC.
International Ventures, Sportsvision of Australia (25%), ESPN Brazil (50%), ESPN
STAR (50%) - sports programming throughout Asia, Net STAR (33%) owners of
The Sports Network of Canada.
Diğer uluslararası girişimleri: Tele-Munchen - German television production and
distribution, RTL-2 German television production and distribution, Hamster
Productions - French television production, TV Sport of France, Tesauro of Spain,
Scandinavian Broadcasting System, Japan Sports Channel.
Televizyon program yapım ve dağıtımı: Buena Vista Television, Touchstone
Television, Walt Disney Television, Walt Disney Television Animation (has three
wholly owned production facilities outside the United States - Japan, Australia,
Canada).
69
Film üretim ve dağıtımı: Walt Disney Pictures, Touchstone Pictures, Hollywood
Pictures, Caravan Pictures, Miramax Films, Buena Vista Home Video, Buena Vista
Home Entertainment, Buena Vista International.
Financial yatırımları: Sid R. Bass (partial interest - crude petroleum and natural
gas production).
Perakende: The Disney Store.
Internet: Walt Disney Internet Group: ABC Internet Grup, ABC.com,
ABCNEWS.com, Oscar.com, Mr. Showbiz, Disney Online (web sites and content),
Disney's Daily Blast, Disney.Com, Family.Com, • ESPN Internet Grup,
ESPN.sportzone.com, Soccernet.com (60%), NBA.com, NASCAR.com,
Skillgames, Wall of Sound, Go Network.Toysmart.com (majority stake -
educational toys), Disney Interactive (develops/markets computer software, video
games, CD-ROMs).
Müzik: Buena Vista Music Grup, Hollywood Records ( popular music and
soundtracks for motion pictures), Lyric Street Records (Nashville based country
music label), Mammoth Records (popular and alternative music label), Walt Disney
Records.
Tiyatro: Walt Disney Theatrical Productions (productions include stage version of
The Lion King,Beauty and the Beast, King David).
Professional Sports Franchises: Anaheim Sports, Inc., Mighty Ducks of Anaheim
(National Hockey League).
Tema Park ve Resortlar: 17 Disneyland.
Diğer: TiVo (partial investment).
AOL Time Warner8:
Time Warner Company headquarters
75 Rockefeller Plaza, New York, NY 10019 www.aoltimewarner.com/
Kitaplar: Time Warner - Books: Time Life Books: Time - Life International, Time
- Life Education, Time - Life Music, Time - Life AudioBooks, Book-of-the-Month
Club, Paperback Book Club, Children's Book-of-the-Month Club, History Book
Club, Money Book Club, HomeStyle Books, Crafter's Choice, One Spirit,
8 Bilgilerin tarihi: 22/9/2003
70
International, Little, Brown and Company, Bulfinch Press, Back Bay Books, Little,
Brown and Company (U.K.), Warner Books, Warner Vision, The Mysterious Press,
Warner Aspect, Warner Treasures, Oxmoor House (subsidiary of Southern Progress
Corporation), Leisure Arts, Sunset Books, TW Kids, Leisure Arts.
Kablo: Time Warner - Cable: HBO, CNN, CNN International, CNN en Espanol,
CNN Headline News, CNN Airport Network, CNN fn, CNN Radio, CNN
Interactive, Court TV (with Liberty Media), Time Warner Cable, Road Runner,
New York 1 News (24 hour news channel devoted only to NYC), Kablevision
(53.75% - cable television in Hungary)
Film ve Tv programları yapım ve dağıtım: Time Warner Inc. - Film & TV
Production/Distribution : Warner Bros., Warner Bros. Studios, Warner Bros.
Television (production), The WB Television Network, Warner Bros. Television
Animation, Hanna - Barbera Cartoons, Telepictures Production, Witt - Thomas
Productions, Castle Rock Entertainment, Warner Home Video, Warner Bros.
Domestic Pay -TV, Warner Bros. Domestic Television Distribution, Warner Bros.
International Television Distribution, The Warner Channel (Latin America, Asia -
Pacific, Australia, Germ.), Warner Bros. International Theaters (multiplex theaters
in over 12 countries).
Time Warner Inc.- Magazinler: Time, Time Asia, Time Atlantic, Time Canada,
Time Latin America, Time South Pacific, Time Money,
Time For Kids, Fortune, All You, Business 2.0, Life, Sports Illustrated, Sports
Illustrated International, SI for Kids, Inside Stuff, Money, Your Company, Your
Future, People, Who Weekly (Australian edition), People en Español, Teen People,
Entertainment Weekly, EW Metro, The Ticket, In Style, Southern Living,
Progressive Farmer, Southern Accents, Cooking Light, Parenting, Baby Talk, Baby
on the Way, This Old House, Sunset, Sunset Garden Guide, Health, Hippocrates,
Coastal Living, Weight Watchers, Real Simple, Asiaweek (Asian news weekly),
President (Japanese business monthly), Dancyu (Japanese cooking), Wallpaper
(U.K.), Field & Stream, Freeze, Golf Magazine, Outdoor Life, Popular Science, Salt
Water Sportsman, Ski, Skiing Magazine, Skiing Trade News.SNAP, Snowboard
Life, Ride BMX, Today's Homeowner, TransWorld Skateboarding, TransWorld
Snowboarding, Verge, Yachting Magazine, Warp, American Express Publishing
Corporation (partial ownership/management): Travel & Leisure, Food & Wine,
71
Your Company, Departures, SkyGuide, DC Comics, Vertigo, Paradox, Milestone,
Mad Magazine.
Warner Music Group - Recording Labels: The Atlantic Grup, Atlantic Classics,
Atlantic Jazz, Atlantic Nashville, Atlantic Theater, Big Beat, Blackground,
Breaking, Igloo, Lava, Mesa/Bluemoon, Modern, Rhino Records, Elektra
Entertainment Grup, Elektra, EastWest, Asylum, Elektra/Sire, Warner Brothers
Records, Warner Brothers, Warner Nashville, Warner Alliance, Warner Reses,
Warner Sunset, Reprise, Reprise Nashville, American Recordings, Giant, Maverick,
Revolution, Qwest, Warner Music International, WEA Telegram, East West ZTT,
Coalition, CGD East West, China, Continential, DRO East West, Erato, Fazer,
Finlandia, Magneoton, MCM, Nonesuch, Teldec, Warner/Chappell Music
(publishing company), WEA Inc. (sales, distribution and manufacturing), Ivy Hill
Corporation (printing and packaging), Warner Special Products.
Ortak girişimler (Joint Ventures): Columbia House (w/Sony - direct marketing),
Music Sound Exchange (w/Sony - direct marketing), Music Choice and Music
Choice Europe (w/Sony, EMI, General Instrument), Viva (w/Sony, Polygram, EMI
- German music video channel), Channel V (w/Sony, EMI, Bertelsmann, News
Corp.), Heartland Music (50% - direct order of country and gospel music),
MusicNet (with RealNetworks, EMI, and BMG).
Online Servisleri: CompuServe Interactive Services, AOL Instant Messenger,
AOL.com portal, Digital City, AOL Europe, ICQ, The Knot, Inc. - wedding content
(8 % with QVC 36% and Hummer, WinbladFunds18%), MapQuest.com - pending
regulatory approval, Spinner.com, Winamp, DrKoop.com (10%), Legend (49% -
Internet service in China).
Time Warner - Online/Other Publishing: Road Runner, Warner Publisher
Services, Time Distribution Services, American Family Publishers (50%),
Pathfinder, Africana.com.
Time Warner-Merchandise/Retail: WarnerBros. Consumer Products.
Tema Parkları: Warner Brothers Recreation Enterprises (owns/operates
international theme parks).
Eğlence Şebekeleri: TBS Superstation, Turner Network Television (TNT), Turner
South, Cartoon Network, Turner Classic Movies, Cartoon Network in Europe,
Cartoon Network in Latin America, TNT & Cartoon Network in Asia/Pacific
Film Üretimi: New Line Cinema, Fine Line Features, Turner Original Productions.
72
Sports (Spor): Atlanta Braves.
Diğer Operations (Operasyonlar): Turner Learning, CNN Newsroom (daily news
program for classrooms), Turner Adventure Learning (electronic field trips for
schools), Turner Home Satellite, Turner Network Sales.
Diğer: Netscape Communications, Netscape Netcenter portal, AOL MovieFone,
iAmaze, Amazon.com (partial), Quack.com, Streetmail (partial), Switchboard (6%).
Viacom9:
Viacom, Inc. Headquarters, 1515 Broadway, New York, NY 10036
http://www.viacom.com/
Television (Televizyon): 16 Stations and 17 UPN Stations
Kablo: MTV, MTV2, Nickelodeon, BET, Nick at Nite, TV Land, NOGGIN, VH1,
Spike TV, CMT, Comedy Central, Showtime, The Movie Channel, Flix, Sundance
Channel (Televizyon program yapımı ve dağıtımı): Spelling Television, Big Ticket
Television, King World Productions
Radyo: Infinity Broadcasting (182 radyo istasyonu)
The Viacom Outdoor Grup: TDI Worldwide, Westwood One
Film: Paramount Pictures, Paramount Home Entertainment
Basım ve Yayım: Simon & Schuster: Pocket Books, Scribner, Free Press, Fireside,
Touchstone, Washington Square Press, Archway, Minstrel, Pocket Pulse
Diğer: Blockbuster, Paramount Parks, Famous Players theater chain, United
Cinemas International (50%), Famous Music
9 Bilgilerin tarihi:16/3/2004
73
(2) Avrupa’da Sinema Sektörü
ABD ve Avrupa’da taban tabana zıt bir sinema anlayışı hakimiyeti
süregelmiştir. Hollywood sineması yüksek maliyetlerle çekilen seyirlik sinema,
Avrupa sineması ise düşük maliyetle daha derin konular işleyen sanatsal sinema
olarak değerlendirilmektedir. Sektörel olarak ise Avrupa’da, film endüstrisi
Amerika’daki kadar yüksek gelir getiren bir sektörün parçası olmamakla beraber
medya sahipliği konusunda Amerika’dakine benzer bir yapı bulunmaktadır.
Televizyondan önceki piyasanın istikrarlı olması ve kar sağlaması Avrupa ve
ABD’de filmin bütün aşamalarını elinde tutan büyük firmaların doğmasına yol
açmıştır. Bunlar yapımcılığı, stüdyoların işletilmesini, dağıtımı ve işletmeciliği bir
arada yürütmekteydiler. Dolayısıyla da filmler belli standartlara göre üretiliyor,
ayrıca çekimde belli kalıplardan yararlanılarak filmlerin zaman aşımına dayanmaları
sağlanmaktadır. 50’li yıllarda Batı’da televizyon vericileri şebekesinin
genişlemesiyle, bundan 20 yıl kadar sonra da Türkiye’de seyircinin önüne sinema
salonları ve televizyon olmak üzere iki seçenek çıkmıştır. Toplu seyir ve büyük
ekrandan hoşlananlar, yeni filmleri hemen izlemek isteyenler sinemadan
vazgeçmemiş, diğerleri ise sinemayı bırakıp televizyona kaymışlardır. Çeşitli
dönemlerde İngiltere’de ve diğer batı ülkelerinde görülen bu evrimin sinema sektörü
bakımından çok ağır sonuçları olmuştur. Almanya’da, Fransa’da ve Türkiye’de
özellikle de seyircilerin %90’ını kaybeden İngiltere’de bilet satışları sinema
sanayisini iflasa sürükleyebilecek kadar sarsmıştır (Büyük Larousse, C:XX,
1986:10564).
Ülkemizde bağımsız sinema ile eşdeğer görülen Avrupa sineması, daha
sonraları başarılı yapımlara imza atsa da Amerikan Sineması’ndan sanatsal kaygıları
öne çıkarmasıyla ayrılan alternatif bir sektör olmaktan öteye geçememiştir.
74
Avrupa Birliği de AB ülkelerindeki film endüstrisinin gelişmesini birkaç
yoldan etkilemiştir. İlk olarak, Sınırsız Televizyon Yönergesi'ndeki kota sistemi
yoluyla Avrupa ürünlerinin ulusal televizyonlarda gösterilmesinin ve ayrıca
bağımsız üreticilerin çalışmalarının teşvik edilmesi amaçlanmıştır. İkinci olarak,
1991'de, 15 üye ülkenin dilsel farklılıkları ve ayrı tanıtım ve dağıtım sistemlerinin
ABD endüstrisi karşısında eksiklikler yarattığı Avrupa film endüstrisi için
geliştirilen MEDIA programı eğitim, proje geliştirme, dağıtım, tanıtım ve festival
düzenlenmesi için bir destek mekanizması sağlamıştır. Üçüncü olarak, Avrupa
Komisyonu, Avrupa pazarlarındaki rekabeti düzenleme rolüyle büyük medya
şirketlerinin egemenliğini önleme ve şirketlerin platform, içerik ve dağıtım
kanallarına erişimini garanti altına alma konusunda da rol oynamıştır (Bek, Kevin,
2004: 28).
Sektörel bağlamda ABD ile büyük farklar barındırsa da medya sahipliği
konusunda aşağıda görüleceği gibi ABD’ye benzer bir yapılanma görünmektedir
(Erdoğan, Solmaz, 2005:253-262):
Bertelsmann AG10
Carl-Bertelsmann-Straße 270, 33311 Gütersloh, Germany Phone: ++49.5241.80-0
Fax: ++49.5241.80-9662
Televizyon: RTL, RTL II, SUPER RTL, VOX, n-tv, M6, Five, RTL 4, Yorin,
RTLTV1
Radyo: Bel RTL, Yorin FM, RTL, RTL 2, Fun Radio, 104.6 RTL, Radio Hamburg
Üretim: FremantleMedia, SPORTFIVE, teamWorx, UFA Film & TV Productions
Broadway Books
Kitap yayını: Random House publishing houses include: Alfred A. Knopf,
Ballantine, Bantam Dell Publishing Grup, Broadway, Crown Publishing Grup,
Doubleday, Pantheon, Random House UK, Transworld, Sudamericana, C.
10 Bilgilerin tarihi: 16/3/2004
75
Bertelsmann, Karl Blessing Verlag, Goldmann, Siedler Verlag, Wolf Jobst Siedler
Verlag, Plaza & Janés (50%), Grijalbo Mondadori (50%)
Gazete: Gruner + Jahr group includes: Financial Times Deutschland, Sächsische
Zeitung, Blic, Evenimentul Zilei, Novy Cas
Magazin: Gruner + Jahr group includes; Family Circle, Fast Company, Inc.,
Parents, YM, Brigitte, Capital, Eltern, Geo, Stern, Focus, Muy Interesante, News,
art, Schöner Wohnen, Essen & Trinken, P.M., Sächsische Zeitung, TV Media,
Femme Actuelle, Prima, Télé-Loisirs, Top Girİ, Claudia, Naj
Müzik: BMG Labels include: Arista Records, BMG Ariola, BMG Canada, BMG
Japan, BMG Ricordi, BMG U.K. & Ireland, Jive Records, Milan Records, RCA
Records, RCA Label Group -Nashville, RCA Victor Grup, Tablao, Windham Hill,
Zomba Music Group
Diğer: Arvato AG, DirectGroup
Vivendi Universal S.A. 6811
42 avenue de Friedland, 75380 Paris Cedex 08, France
http://www.vivendiuniversal.com/
Television and Film: Canal+ Group Includes: multiThématiques, CinéCinéma, Planete,
Jimmy and Seasons, Sport+ , CanalSatellite, Ma Planete, Extreme Sports Channel, NBA+,
Pilotime, Studicanal
Müzik: Universal Music Group, labels include: Island Def Jam Music, Interscope A&M
Records, Geffen Records, DreamWorks Records, Lost Highway Records, MCA Nashville,
Mercury Nashville, DreamWorks Nashville, Mercury Records, Polydor, Universal Motown
Records, Decca, Deutsche Grammophon, Philips, Verve Music.
Video Oyunları, Vivendi Universal Games: Blizzard Entertainment, Coktel, Fox
Interactive, Knowledge Adventure, Massive entertainment.
Telekomünikasyon: SFR Cegetel Grup, Maroc Telecom
11 07/06/2004
76
İçinde bulunduğumuz küresel krizin ABD’deki duruma benzer olarak,
Avrupa’da da sinema sektörünü olumlu etkilediğini söyleyen görüşler
bulunmaktadır.
Fransızların ünlü gazetesi Le Figaro, küresel mali krizden etkilenen
Fransızların, sinemaya daha sık giderek sorunlarını unutmaya çalıştıklarını
yazmıştır. Son gişe rakamlarına atıfta bulunan Le Figaro, 2009 yılının Ocak ayında
sinemaya gidenlerin sayısının, bir önceki yılın Ocak ayına oranla yüzde 4 arttığına
dikkati çekmektedir. Gazete, Fransa'da ocak ayında 15 milyon kişinin sinemaya
gittiğini belirterek, dünyanın diğer ülkelerinde de sinemaya gidenlerin sayısında
artış olduğu yorumunu yapmıştır. Le Figaro, 1929 yılında yaşanan ve dünyayı etkisi
altına alan krizde, yine bu tür bir eğilimin görüldüğünü ve sinemaya gidenlerin
sayısında önemli artış olduğunu hatırlatmaktadır (TimeTürk, 2009:çevrimiçi).
(3) Türkiye’de Sinema Sektörü
Türkiye’de sinemanın başlangıcından öncesine dair mevcut bilgi çok fazla
olmamakla birlikte şu şekilde aktarılabilir (Scognamillo, 2003:15):
İstanbul’un Beyoğlu (Pera) semti henüz var olmayan sinemayı tanımadan
önce diorama (1843), cosmorama (1855), diaphanorama (1855), büyülü fener ve
optik tiyatro gösterilerine tanık olmuştur (Özön, 1976’dan aktaran Scognamillo,
2003:15).
Sinematografın İstanbul’a gelişine dair II. Abdülhamit’in kızlarından Ayşe
Osmanoğlu, anılarında Saray’da sunulan kısa bir gösterimden söz etmekteyse de,
sinemayı memlekete sokan kişinin Fransız bir ressam olduğu (Çalapala, 1947’dan
aktaran Scognamillo, 2003:15) veya 1896’da Polonya Yahudisi Sigmund Weinberg
77
tarafından getirildiği (Tilgen, 1956’dan aktaran Scognamillo, 2003:15) yönünde
görüşler de bulunmaktadır.
Birkaç yıl içinde salonların ya da sinematograf gösterimlerine yer veren
tiyatro, varyete ve sirklerin sayısı da artmıştır. Örneğin Tepebaşı Tiyatrosu,
Vezneciler’de Abdi Efendi Tiyatrosu, odeon Tiyatrosu, Beyoğlu Sirki, Concordia
Tiyatrosu, Varyete Tiyatrosu gibi (And, 1974’den aktaran Scognamillo, 2003:15).
Böylelikle sinema saray gösterimleri, çadır ve şenlik eğlencesi havasından az da olsa
uzaklaşarak; tek başına bir sanayi haline gelemese de, kendisine tiyatro salonlarında
yer bulmuştur.
Batı kültürü ve teknolojisi Cumhuriyet Türkiye’sinde de Osmanlı da olduğu
gibi batılaşma düşüncesi ile ön plana çıkmıştır. Kapitalistleşme süreci ile feodal yapı
kırılmış, kültür alanında da değişimlerin görüldüğü bir dönemin ardından özellikle
1950lerden sonra kentlerin nüfusları artmaya başlamıştır. Radyo, TV, Plak
endüstrisi sinema gibi araçların etki kazanmaya başlamaları yeni bir kültür yapısının
şekillendiricisi olarak ortaya çıkmaları sonucunu doğurmuştur. Oluşan kitle kültürü,
pazarın isteklerine göre şekillenmiş, ancak hızla sanayileşen, büyüyen bir toplumun
kültürü aynı hızla gelişememiştir. Bu nedenle de hayatın her yanına yansıyacak bir
arabesk kültür oluşmuştur (Asinema, 2009:çevrimiçi).
Türkiye 1950’lerle birlikte başlayan çok partili bir hayat ile demokratikleşme
yolunda büyük ilerlemeler kat etmiş, oluşan siyasal ve toplumsal kriz sonucunda
1960 yılındaki silahlı kuvvetlerin yönetime müdahalesi ve 1961 Anayasası bir
değişimin başlatıcısı olmuştur (Pösteki, 2004’ten aktaran Asinema, 2009:çevrimiçi).
1961 anayasası hazırlanırken basına ve diğer sanat kollarına tanınan
özgürlük sinemadan esirgenmiştir. Sinemadan sansürün kaldırılması önerisi kabul
edilmemiştir. 1961 anayasasını sinemanın sansür edilemeyeceği güvencesini
getirdiği iddiaları ise olumsuzlanmıştır. İşte 1977 sansür nizamnamesi bu
güvencesizlikten faydalanılarak yürürlüğe konulabilmiştir. Bu nizamname sağcı
78
aydınların Türk sinemasına yaklaşımlarındaki bağnazlığın göstergesidir. Sansür
nizamnamesinin değişmesi üzerine Yeşilçam’daki tepkiyi kullanmak isteyen sol
eleştirmenler şimdiye kadar yapıla gelen türde filmlerin yapılmasının
olanaksızlaştırıldığını savunurken çelişkilerini gözden kaçırma çabasındadırlar
(Özgüç, 1993’ten aktaran Asinema, 2009:çevrimiçi).
12 Eylül 1980′de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ülke yönetimine el koyması
Türkiye’nin tarihinde bir dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir. Çünkü bir
depolitizasyon süreci başlarken; liberal ekonomi politikası her şeyi piyasada dönen
bir mal haline getirmiş ve toplum hızla değişmiş, kültür metalaşmıştır (Asinema,
2009:çevrimiçi).
1980lerle beraber tüketim toplumu olgusu Türkiye’ye yerleşmeye başlayınca
bu durumun doğal sonucu olarak tüm dünyayı saran üretilene talep yaratıp tüketimi
destekleme kuralı Türkiye’yi de etkisi altına almıştır. İletişim araçlarıyla dünyayı
giderek daha yakından takip eden toplum, yeniliklerden yararlanma konusunda daha
ısrarcı olmuştur. Yeniliklerin hemen takip edildiği ve değişimlere hemen ayak
uydurulan son yıllarda kültür farklılıklarını azaltma ve toplum içinde bir anlaşma
ortamı yaratma konusunda kitle iletişim araçlarına da çok işler düşmektedir. Son
kırk yılda Türkiye’de hızlı bir toplumsal ve kentsel değişim yaşanırken, bir yandan
da iletişim teknolojisinde bir başkalaşım görülmüştür. Dolayısıyla televizyonun
yayına başlaması, plak, kaset sanayisindeki gelişmeler vb. hem değişimin
göstergeleri hem de insanların değişime uyma sürecini etkilemişlerdir (Evren,
2004’ten aktaran Asinema, 2009:çevrimiçi).
1980′den sonra toplumda bir bütün olarak değişim yaşanmıştır. 1970′lerin
karışık ve ihtiyaç maddelerinden yoksun ortamından sonra gelinen noktada,
Türkiye’de yeterli miktarda döviz bulunması ve bu yokluklardan sonra her türlü
malın ithalatı ile piyasaya girmesi toplumsal ruh halini de olumlu yönde etkilemiştir
(Asinema, 2009:çevrimiçi).
79
1980 sonrasının 12 Eylül’e göre şekillenen sineması yavaş yavaş yeni
özelliklere yerini bırakmaktadır. Seyirciyle girilen ilişki (Eşkıya-Yavuz Turgul)
Kürt sorununun sinemada kendine yer bulması (Işıklar Sönmesin-Reis Çelik).
Amerikan filmlerinin dinamizmine yaklaşma gibi. Bunun yanında Yeşilçam’ın
klasik geleneğinin de değişmeye başladığı görülmektedir. Farklı temaları, anlatım
tarzlarını deneyen filmlerin ve onların yaratıcılarının buluştukları ortak nokta
Yeşilçam sinemasının sunduğu olanaklarla yetinmemek olmuştur. Bu filmlerde
Yeşilçam ürünlerinde bulunmayan kamera hareketleri, farklı kurgu, ve mizansel
denemeleri, çağdaş öyküleme ve senaryo teknikleri görülebilmektedir. Özellikle
1994 sonrasında Türk Sineması’nda iki ana gelişme göze çarpmaktadır. Bunlar
seyirciyi hedefleyen filmlerin yapılması ve yurt dışında da takip edilen yeni bir
yönetmenler kuşağının film çevirmeye başlamasıdır (Evren, 2004’ten aktaran
Asinema, 2009:çevrimiçi).
Türkiye’nin son yirmi yılına bakıldığında küreselleşmenin etkisiyle bazı
kültürel ve siyasal dönüşümlerin yaşandığı görülmektedir. Bunlardan ilki
toplumdaki tüm sınıf ve katmanların hedonistik / narsistik söylemi içselleştirmesi,
ikincisi ise bireyciliğin ön plana çıkmasıdır (Asinema, 2009:çevrimiçi).
1980’lerle birlikte işletmeci egemenliğinin son bulması yönetmenlerde bir
ölçüde rahatlama sağlamış, en azından yönetmenler işletmecilerin sipariş filmlerinin
baskısından kurtulmuşlardır. Sonuçta film, seyirciden bağımsız bir sanat eseri haline
gelirken, yönetmenler de 12 Eylül’ün etkisiyle kapalı bir anlatımı tercih etmişlerdir.
Bu durum kurgusu, temposu, kamerası ile Yeşilçam’dan farklı, Avrupai filmleri
gündeme getirmiştir. Yerli seyirciden çok yabancı seyirciyi hedefleyen, festival filmi
olarak adlandırılan bu filmler Türkiye’de ilgi görmedikleri gibi yurt dışında da
özenti ürünü yapımlar olarak değerlendirilmişlerdir. 1987 yılına kadar Türk
Sineması düşe kalka gelebildiyse de bu tarihten sonra çözülmeyen sorunların
bunalımı ilk sinyallerini vermeye başlamıştır. Bu tarihte, Yabancı Sermaye
Kanunu’nda bir değişiklik yapılmış ve Amerikan şirketleri piyasayı ele geçirirken,
Türk Sineması çaresiz kalmıştır. 1989’da Warner Bross ve United International
80
Pictures Türkiye’de ticari faaliyete geçmiştir. 1990’lara başlanırken krizde olan bir
sinema söz konusudur. Seyirciyle arasındaki bağlar kopmuştur. Sinema kendini
yenileyemediği için genç izleyicisini Batı, özellikle de Amerikan sinemasına
kaptırmıştır (Asinema, 2009:çevrimiçi).
Sinemanın yaygın bir kitleye yönelik olması bir takım olumlu potansiyeller
taşımasına yol açmaktadır. Bu yaygınlık sanatsal bakımdan bazı uzlaşmaları
gerektirmektedir. Uzlaşmalar sinema endüstrisinin bütünüyle olumsuz yanı değildir.
Çünkü aksi halde gelişmiş ve karışık kalacak olan kişisel sezgilerin ve belirsiz
sembollerin açıklık kazanmasını zorunlu kılmaktadır (Asinema, 2009:çevrimiçi).
1990 sonrası bağımsız sinemacılar döneminin başlamasıyla ortaya çıkan
ürünler toplumun içindeki bireyi inceleyen sıradan insanın sunumunu yapan ve bir
anlamda gerçekliğe yeniden üreten filmlerdir.(…) Bu filmler toplumda kendilerine
yer bulamamış küçük, sıradan insanların hayatlarını konu edindikleri ve bu
insanların varlıklarını hatırlattıkları için önemlidirler. Bir diğer ortak noktaları da
yönetmenlerinin minimalist yaklaşımlarıdır. Oyuncu kadroları ve amatörlerden ya
da tanınmamış kişilerden oluşturulmuşlardır. Bütçeleri düşüktür ve bu nedenle de
zaman zaman filmlerde bazı aksaklıklar göze çarpmaktadır. 1990ların genel
profiline bakıldığında çekilen 385 filmden yalnız 137 tanesi sinema salonlarında
izleyiciyle buluşma şansı yakalamıştır. 1990 sonrasında Türk sinemasının kendine
çizdiği farklı yolda yeni kuşak sinemacıların sanatsal açıdan umut olduklarını
söylemek mümkündür (Pösteki, 2004’ten aktaran Asinema, 2009:çevrimiçi). Ancak
bu yapımlar kendilerine sinema salonlarında yer bulamadıkları için, sektörel olarak
bir getirileri söz konusu değildir. Bu yüzden Türkiye’de Amerikan filmlerinin gişe
hasılatının önüne geçememektedirler.
2000 sonrası Türkiye’de komedyen çıkışlı yönetmenlerin çektiği filmler
ciddi şekilde rağbet görmekte ve son yıllarda gişe hasılatında ilk sıralarda yer
almaktadırlar. Sanatsal açıdan değerleri tartışılsa da sektörel açıdan Amerikan
filmlerine meydan okumaktadırlar.
81
Türkiye’de medyanın sahiplik yapısında ise daha önce belirtildiği gibi
Avrupa ve Amerika benzeri bir durum söz konusudur. Medya holdingleri mevcuttur
ve holdingler diğer alanlarda da faaliyet göstermektedirler. Bu holdinglerden en
büyük iki tanesi olan Doğan ve Çukurova Grupları’dır (Tekinalp, 2003).
b. Endüstriyel Bir Ürün Olarak Müzik
Müzik dendiğinde düşünsel ve duygusalı ifade eden bir ürün akla
gelmektedir. Bu ürün aynı zamanda örgütlü bir ilişkiler yapısının ürettiği maldır. Bu
malın dinlenmesi, kullanılması ve pazarda satılıp alınması için taşıyıcı araç
gerektirir. Günümüzde taşıyıcı araç birden fazladır: radyo, sinema, televizyon,
kaset12, CD, video, konserler, müzik salonları, tiyatrolar. Araç da müzik kavramında
olduğu gibi örgütlü ilişkiler yapısını anlatır, çünkü o da bitmiş bir üründür (Erdoğan,
Solmaz, 2005:41).
Müziğin endüstrileşmesi, 1800'lü yılların sonlarında Amerika Birleşik
Devletleri'nde nota yayıncılığının başlamasıyla ortaya çıkmış bir gelişmedir. Yaprak
nota yayıncılığı olarak adlandırılan bu dönemde, belli bölümlerin tekrarına dayanan
ve basit bir yapıya sahip olan şarkıların notaları seri biçimde basılıp, satılmaya
başlanmıştır. Yaprak nota yayıncılığı kısa sürede kârlı bir ticaret alanı haline gelmiş,
bu işle uğraşan pek çok firma kurulmuş ve yoğun bir rekabet başlamıştır. Tüm bu
faaliyetler, New York'ta bulunan Tin Pan Alley adlı caddede yürütülmüş, bu nedenle
de popüler müzik incelemelerinde 1950’lere kadar olan süreç Tin Pan Alley dönemi
olarak anılmıştır. Müziğin endüstriyel olarak gelişimi şu şekilde özetlenebilir
(Taşbaşı, 2004: 71):
12 Eserde “Kasette” şeklinde yazılan kelime “kaset” şeklinde düzeltilmiştir.
82
Yaprak nota yayıncılarının daha çok satış yapma istekleri, satışları artıracak
çeşitli yöntemler gelişmesine neden olmuştur. Bu yöntemlerden birisi olarak şarkı
slaytları ortaya çıkmıştır. Şarkı slaytları, şarkılarda anlatılanları hikayeleştiren
resimlerdir ve şarkının notasıyla birlikte promosyon olarak verilmiştir (Frith,
2000’den aktaran Taşbaşı, 2004: 71).
Önce fonografın, ardından gramofonun icadı, I. Dünya Savaşı sonrasında
yaşamda yerini alan radyo, yaprak nota yayıncılığıyla başlayan endüstrileşme
sürecini hızlandırmıştır. Müzik üretiminin seri biçimde gerçekleşmesi, şarkıların
belli kalıplara dayalı olmasına, bu da birbirinin aynı ürünlerin ortaya çıkmasına yol
açmıştır. Bernard Gendron, 1920-1940 arasında müzikal yapı ve içeriğin hiç
değişmediğini; 32 ölçülük AABA formatındaki bestelerin, formüle edilmiş
kafiyelerden oluşan sözlerin, Tin Pan Alley müziğinin tipik yapısal özellikleri
olduğunu belirtmektedir (Gendron 1998’den aktaran Taşbaşı, 2004: 72).
1980'li yıllar ise, müzik endüstrisinin artık uluslararası finans için bir yatırım
alanı, büyük paralar kazanılan kârlı bir alan haline geldiği dönemdir. Evlerdeki
pikap/kasetçalar gibi kişisel müzik dinleme araçlarının yanı sıra, walkman gibi daha
kişiselleştirilmiş müzik dinleme aygıtları, endüstrinin sunduğu ürünlerin tüketiminde
bireyselliğin geldiği noktanın önemli bir göstergesidir (Taşbaşı, 2004:75).
Huizinga çağdaş kapitalist sanayi toplumunun insanlığa ne getirdiğini, bu
yeni hayatın nasıl bir şey olacağını, Amerika gezisinden sonra şöyle anlatmıştır
(Huizinga, 1972’den aktaran Oskay, 2001:29):
“…mekanikleşmiş bir yaşam, ticarileşmiş ve niteliklerini yitirmiş bir kültür
yaşamı, vülger bir materyalizm, metafizik olan her şeye karşı budalacabir
düşmanlık ve yoğun bir anti-entellektüalizm yüzünden insansal olan her
şeyin; insanın yiğitliğinin gücünün yaratıcılığının, oyun becerilerinin,
tümüyle, yarışmacı temellükçü, para düşkünü ve bürokratikleşmiş bir
toplumun egemenliği altına girmesi…” .
83
Adorno ise müziğin ticari bir mal haline gelmesiyle ilgili görüşlerini şu
şekilde ifade etmiştir (Oskay, 2001:35-36):
“18. yüzyılın sonlarından itibaren müzik dolaysız kullanım olanağını
yitirmiştir. Dolaysız uygulanımı da sona ermiştir. Müzik bu dönüşümünden
beri bir tek yarar sağlamaktadır: soyut birimlerin alışverişinin yarattığı
baskıları hafifletmek… Kendini alışveriş sürecine bağımlı kılmış bulunan
müziğin günümüzde değer diye taşıyabildiği de, bu süreç içindeki yeri ve
rolüdür. Bu bütünüyle, bir meta rolüdür. Değerini belirleyen ise pazardır.
19. yüzyılın hala hoş görebildiği türden pre-kapitalist nitelikteki müzik
yapma adacıkları yüzyılımızın kültür yaşamında silinip gitmiştir. Radyo ve
sesli film teknikleri ve total kapitalist propaganda mekanizmasının sınırsız
kontrolü müziksel pratiğin en içsel birimciği olan aile içi müzik yapımını bile
kendi hükmü altına almış, kendi eline geçirmiştir”
(1) Türkiye'de Müzik Endüstrisi
Türkiye'de müziğin endüstrileşme öyküsüne bakıldığında, müzik
yapımcılarının bu coğrafyadaki ilk varlıklarının Osmanlı döneminde, 1900'lerin
başlarında Favorite ve Zonophone adlı yabancı şirketlere dayandığını görülmektedir
(Taşbaşı, 2004:75):
Yerli sermaye ile kurulan ilk prodüksiyon ve plak şirketi 1955 yılında,
Mihran Gürciyan ve Agop Ürgüplüoğlu'nun Grafson'udur. Grafson sermaye
yapısının ötesinde, satış miktarıyla orantılı olarak baştan belli bir bedel üzerinden
anlaşma şeklini getirmesiyle de önemli bir çığır açmıştır. 1962 yılında İzzet Şefizade
adlı bir işadamı bir plastik plak fabrikası ve Diskofon adında bir yapım firması
kurmuş, İstanbul Sirkeci'de sahibi olduğu Doğubank İş Hanı'nın bodrum katını
84
plakçılara tahsis etmiştir. Bu gelişmeyle birlikte büyümeye başlayan müzik
piyasasında, kısa süre içinde 15 şirket kurulmuştur. Bu şirketlerin bir kısmı yalnızca
kendi yapımını, bir kısmı ise kendi yapımının yanı sıra fason üretim de
gerçekleştirmiştir. 1970'lerde kaset ye kasetçalarların ortaya çıkmasıyla birlikte,
üretim ve tüketim biçimi değişmiştir (Karabey 1999’dan aktaran Taşbaşı, 2004:75).
Türkiye’de 1970’li yıllar müzik piyasasında Türkiye Radyo Televizyon
Kurumu denetiminin hakim olduğu yıllardır. O dönemlerde çoğu yapım; kullanılan
kelimeler, şarkı söylerken uygun gırtlak kullanılmaması veya prozodiden dolayı
yayın hakkı alamamıştır. Bu denetim demokrasi adına tartışılmış ve Türk Pop
müziğinin önünü tıkadığı gerekçesi ile eleştirilmiştir. 2004 yılına gelindiğinde
internet üzerinde bir müzik portalında bu konuda bir araştırma yapılmış,
dinleyicilerin o zamanki denetim hakkındaki görüşleri sorulmuştur (Tablo 2). Anketi
3000’den fazla müzik tüketicisi yanıtlamıştır. İnternette www.michaelshownet.net
adresi üzerinden yanıtlanan ve standart sapması % 0,1 olan anketin sonuçları şu
şekildedir (Michael, 2004:90):
Cevaplar ve dağılım
Kötüleri ayıklıyordu % 21
Müziğin gelişimini olumsuz etkiledi % 5
Birçok sanatçının önünü tıkadı % 5
Günümüzde uygulansa Türk Popu bu hali almazdı %68
Tablo 2 - TRT’nin geçmişte uyguladığı müzik denetimi hakkındaki görüşünüz
nedir?
85
Türkiye'de müzik endüstrisinden, bir endüstri olarak söz edebilmek, 1980
sonrasındaki dönem için mümkündür. Cahit Berkay'ın da ifade ettiği gibi, 1980
öncesinde Türkiye'de yapımcı şirketler, endüstrinin bir parçası olmaktan çok, birer
esnaf gibi çalışmaktadır. Bakkal, market gibi çalışan bu firmaların sayısı da,
günümüzün rakamlarıyla kıyaslandığında oldukça azdır. Her ne kadar yabancı
şirketlerin de var olduğu bir pazarın varlığından söz edilse de, Batı'dakinin benzeri
bir endüstrileşme süreci Türkiye için çok yeni bir durumdur (Taşbaşı, 2004:75).
Müziğin endüstrileşme süreci, 1980 sonrasında yaşama geçirilen siyasal-
kültürel-ekonomik projenin bir ürünüdür. Sekizinci cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın
serbest piyasacı uygulamaları, ithal ikameci politikaların terk edilerek ithalata
kapıların açıldığı, tüketimin körüklendiği, finans sektörünün öne çıkarıldığı bir dizi
ekonomik uygulama bu dönemin dayanaklarıdır. 12 Eylül'ün ardından toplumsal
muhalefet yok edilmiş, çılgınca bir tüketim anlayışı körüklenmiş, kültürel üretim
çoraklaşmış, orta sınıf bu yeni dönemin en önemli toplumsal dayanağı olmuştur.
1980'lerin ortalarından itibaren, Özal'ın ithalatı destekleyen politikaları, ülkeye
teknoloji ürünlerinin transferinin önünü açmıştır. Teknoloji transferi, tüketimi
destekleyen politikalarla birleşince, müzik endüstrisi açısından da çeşitli gelişmeler
yaşanmıştır. Taksitli satışlarla cezbedilen tüketicilerin en büyük rüyalarından birisi,
çok katlı müzik setini evlerin başköşesine, ansiklopedi setlerinin yanı başına
yerleştirmek olmuştur. Kasetçalarlar, otomobillerin vazgeçilmezleri arasına
girmiştir. Alım gücü yüksek kesimler içinse, walkman'ler mobilize bir müzik
ünleme olanağı sağlamıştır (Taşbaşı, 2004:76).
Teknoloji transferi, kayıt sistemlerinin yenilenmesine de yol açmıştır. Bir
taraftan mevcut sistemler yenilenirken, diğer taraftan yeni stüdyolar kurulmuştur.
Aranjörler ve besteciler de, bu gelişmelerden paylarına düşeni almışlar; pop müziğin
yapısal olarak köklü bir değişim geçirmesine neden olacak bir dizi cihaz, bu meslek
erbabının kullanımına sunulmuştur. Bilgisayarlarla yapılan besteler, yeni dönem pop
müziğin soundunda egemen olmuştur. Teknoloji transferi sayesinde orgların da
sayısında ciddi bir artış gerçekleşmiştir. Sosyal etkilerin yanı sıra, cihazların
86
sayısında yaşanan bu gelişme, taverna müzisyenlerinin sayısını artırdığı gibi, orglar
pek çok evin bir parçası haline gelmiştir. Böylesi bir kültürel-siyasal iklimde
filizlenen ve patlayan Türk pop müziği, Doğu-Batı sentezini yakalamaya
yoğunlaşmış müzikal yapısı, aşk acısı ve aşktan duyulan mutluluk ile kafiye
oluşturmaktan öte hiçbir anlamı olmayan sözleriyle, önüne çıkan her farklılığı
bünyesinde eriterek günümüze dek müzik alanında egemenliğini korumuştur
(Taşbaşı, 2004:77).
Ada Müzik'in sahibi ve MÜYAP (Müzik Yapımcıları Derneği) Yönetim
Kurulu üyesi Bülent Forta'ya göre, Özal sonrasının en büyük olgusu, müzikal ve
kültürel üretimle, insanların organik hayatı arasındaki bölünmedir. Artık sadece
seyrettiğimiz ve bize gösterilen üzerinden bir kültür oluşmaya başlamıştır.
Günümüzde var olan biçimiyle pop müzik böyle bir kültürün ürünü olarak ortaya
çıkmıştır. Pop müziğin oluşturduğu seyirlik dünya, kimsenin hayatıyla bire bir
uyuşmazken, tüm bir toplumun politikaya katılımında bile rol oynamaktadır. Böyle
bir hayatın müziği de, bireyin kendi hayatının berbatlığı karşısına konulmuş, onun
gibi olamayacağı ama olmak için çaba sarf ettiği figürlerin dünyasının gölgesinde
şekillenen hayatın müziğidir. Forta, bu sürecin Yonca Evcimik ile başladığını kabul
etmektedir (Taşbaşı, 2004:75).
1990'larda, eski şarkıcıların yüksek tirajlı satışlarının yanı sıra, kimi zaman
eski şarkıcıların hamiliyle, kimi zaman da kendi kendilerine bu işe giren yeni isimler
ortaya çıkmıştır. Türk popunun patlaması olarak adlandırılan dönemin başlangıç
noktası, 1990 sonrasının pop müziğinin karakteristik özelliklerini yapısında
barındıran Yonca Evcimik'in 1991 tarihli Abone adlı albümü olarak kabul
edilmektedir (Meriç 1999’dan aktaran Taşbaşı, 2004:77-78). Bu albümün ulaştığı
2.500.000 adetlik satış rakamı (Dilmener 2003’dan aktaran Taşbaşı 2004:79),
kalıpların formüle edilerek taklidine dayalı bir müzik üretiminin dayanağı ve
günümüze dek uzanan müzik üretim biçiminin habercisi olmuştur (Taşbaşı,
2004:75).
87
Ortaya çıkan bu yeni müzik anlayışı, yapay ses kaynaklarıyla üretilmiş
techno-disco altyapının üzerine, yerel öğelerin, çoğunlukla da arabeskten devşirilmiş
ezgilerin adeta yapıştırılmasından ibarettir. Böylesi bir yapı, Ziya Gökalp'in "halk
müziğimiz, bize birçok melodiler vermiştir. Bunları toplar ve Batı müziği usulüne
göre armonize edersek, hem milli, hem de Avrupai bir müziğe sahip oluruz."
(Gökalp, 2002’den aktaran Taşbaşı, 2004:78) biçimindeki, Cumhuriyet döneminin
müzik politikasına damgasını vuran görüşlerini hatırlatmaktadır (Taşbaşı, 2004:75).
Bu müzikal yapıyı, aşk acısının dile getirildiği sözler ile aslında hiçbir şeyin
anlatılmadığı, sadece kafiye oluşturması amacıyla bir araya getirilmiş sözler
tamamlamaktadır. Böylesi bir anlayışla üretilen müziğin çok sattığının görülmesi
üzerine ise, bu kalıplar taklit edilerek günümüze dek varlığını sürdürmüştür. 1990
yılında gerçekleşen ve etkisini 2000’li yıllarda hala sürdüren pop müzik patlaması,
müzik endüstrisinin tüm kesimleri için, işlerin iyi gittiği yönünde bir görüş birliği
ortaya çıkarmıştır. MÜYAP Başkanı Yaşar Kekava, 1990 yılının müzikal açıdan
pop müzik yılı olarak geçtiğini belirtmiş, bunun sebebini de yoğun beste ve söz
üretimi olarak göstermiştir. Arabeskin artık popülerliğini yitirdiği, Türk Sanat ve
Türk Halk Müziği’nin de eski ilgiyi görmediği, pop müziğin ise tırmanışa geçtiğini
belirtmiştir (Dilmener 2003’ten aktaran Taşbaşı, 2004:75).
(2) Soundtrack Albümler ve Türkiye’de Telif Hakları
“Soundtrack” kavramının ortaya çıkışı ve tarihsel gelişim süreci, çalışmanın
film müziğinin tarihçesini inceleyen üçüncü bölümde incelenmiştir. Soundtrack
albümlerin ticari boyutu olan “telif hakları” kavramı ise bu başlık altında
incelenecektir.
Telif hakkı, herhangi bir bilgi veya düşünce ürününün kullanılması ve
yayılması ile ilgili hakların, yasalarla belirli kişilere verilmesidir. Kısaca, orijinal bir
88
yaratının kopyalanmasına veya kullanılmasına izin verme hakkıdır (Vikipedi, Telif
Hakkı, 2009:çevrimiçi).
Telifleri alınmış görsel ve işitsel malzemelerin kullanımı yasalarca
korunmaktadır. Telif; müzik bestecileri ve metin yazarları için de geçerlidir (Kars,
2003:100).
Müzik eserlerinin kullanımına ilişkin sorunlar, özellikle müziğin
endüstrileşmeye başladığı 19. yüzyıldan itibaren yaygınlaşmıştır. Bu sorunun
çözümüne ilişkin ilk adım İngiltere’de 1842 yılında atılmış ve müzik eserleri telif
hakları kapsamına alınmıştır (Garofalo, 2005’ten aktaran Bektaş, 2008:153).
Ülkemizde telif hakları tescilinden sorumlu tek yetkili merci, T.C. Kültür ve
Turizm Bakanlığı’na bağlı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü’dür. Telif
hakkı, genellikle belirli bir süre için geçerlidir. Sembolü çember içinde bir "C"
harfidir, © harfi üzerinde bulunduğu yaratının telif haklarının korunduğunu belirtir
ve İngilizce copyright kelimesini ifade eder (Vikipedi, 2009:çevrimiçi).
Telif Hakkı Kanunu yasal literatürde 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri
Kanunu olarak bilinir. Bu Kanunun amacı, fikir ve sanat eserlerini meydana getiren
eser sahipleri ile bu eserleri icra eden veya yorumlayan icracı sanatçıların, seslerin
ilk tespitini yapan fonogram13 yapımcıları ile filmlerin ilk tespitini gerçekleştiren
yapımcıların ve radyo-televizyon kuruluşlarının ürünleri üzerindeki manevi ve mali
haklarını belirlemek, korumak, bu ürünlerden yararlanma şartlarını düzenlemek,
öngörülen esas ve usullere aykırı yararlanma halinde yaptırımları tespit etmektir
(T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1951 tarihli 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri
Kanunu, Madde 1-(Değişik madde:03/03/2001-4630/1. md.), 2009:çevrimiçi).
13 Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun “Tanımlar” kısmında “Sinema eseri gibi görsel-işitsel eserler içindeki ses tespitleri hariç olmak üzere, bir icrada yer alan seslerin veya diğer seslerin veya ses temsillerinin tespit edildiği ses taşıyıcısı fiziki ortamı.” şeklinde açıklanmıştır. (Madde 1/B – f (Ek madde: 03/03/2001 - 4630/2. md.))
89
Yasaya göre, bir eserin sahibi onu meydana getirendir. Bir işlenmenin ve
derlemenin sahibi, asıl eser sahibinin hakları mahfuz kalmak şartıyla onu işleyendir.
Sinema eserlerinde; yönetmen, özgün müzik bestecisi, senaryo yazarı ve diyalog
yazarı, eserin birlikte sahibidirler. Canlandırma tekniğiyle yapılmış sinema
eserlerinde, animatör de eserin birlikte sahipleri arasındadır (T.C. Kültür ve Turizm
Bakanlığı, 1951 tarihli 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, Madde 8-
(Değişik madde:03/03/2001-4630/5. md.) - (Değişik madde: 03/03/2001 - 4630/1.
md.), 2009:çevrimiçi).
Yine bu yasaya göre müzik eseri sahibi, filmlerin ilk tespitini gerçekleştiren
yapımcı ile yaptığı sözleşmedeki hükümler saklı olmak kaydıyla eserini yayımlama
ve icra hakkını muhafaza eder (T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1951 tarihli 5846
sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, Madde 80- (Değişik madde: 03/03/2001 -
4630/32. md.)-(C) (Değişik alt bend:03/03/2004 - 5101/23.mad)-2-(3):çevrimiçi).
Bu madde kapsamınsa bir filme müzik yapan kişi, filmin soundtrack albümünün tüm
haklarını elinde tutar.
Başka bir maddede ise eserlerin çoğaltılması ve dağıtılması ile ilgili haklara
tecavüz edilmesinin önlenmesi ile ilgili esaslar şu şekilde belirlenmiştir: “Musiki ve
sinema eserlerinin çoğaltılmış nüshaları ile süreli olmayan yayınlara bandrol
yapıştırılması zorunludur. Ayrıca, kolay kopyalanmaya müsait diğer eserlerin
çoğaltılmış nüshalarına da eser veya hak sahibinin talebi üzerine bandrol
yapıştırılması zorunludur. Bandroller, Bakanlıkça bastırılır ve satılır. Bakanlıkça
belirlenen satış fiyatı üzerinden meslek birlikleri aracılığı ile de bandrol satışı
yapılabilir.” arasındadır (T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1951 tarihli 5846 sayılı
Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, Madde 81:çevrimiçi).
Türkiye’de Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu çerçevesinde müzik eserlerinin
telif haklarıyla ilgili çalışmalarda en etkin kuruluşlardan birisi Müzik Yapımcıları
Birliği MÜ-YAP’tır.
90
MÜ-YAP, Bağlantılı Hak Sahibi Fonogram Yapımcıları Meslek Birliği,
fonogram yapımcılarının bir araya gelerek oluşturduğu, 5846 sayılı Fikir ve Sanat
Eserleri Kanunu'nun 42. maddesi gereğince kurulmuş olan bir meslek birliğidir.
Sektörün ileri gelen kuruluşlarının önderliğinde sürdürülen çalışmalar sonucunda,
02.02.2000 tarihinde Kültür Bakanlığı'na müracaat etmiş; 03.08.2000 tarihinde
Kültür Bakanlığı'nın makam onayı ile tüzel kişilik kazanmıştır. Bakanlar
Kurulu’nun 22/11/2001 gün ve 2001/3329 sayılı kararı ile de, IFPI, Uluslararası
Fonogram Endüstrisi Birliği'nin Türkiye Milli Grubu olarak tescil edilmiştir (MÜ-
YAP, 2009: çevrimiçi).
MÜ-YAP'a üye 72 tüzel kişilik sahibi şirket bulunmakta ve bunlar üretim
bakımından Türkiye Müzik Endüstrisi'nin yüzde 80'lik bir kısmını; yabancı
repertuarın tamamını temsil etmektedir. MÜ-YAP, her türlü izinleri alarak ve
bedellerini ödeyerek, icra ve temsili sonucunda plak, kaset, CD vb. ses taşıyıcılarına
tespitini yaparak, sadece bedeli karşılığı dinleyiciye ulaştırmak amacıyla piyasaya
sunan müzik yapımcısı üyelerinin verdiği yetki belgeleri ile, Türkiye ve dünyanın
her yerinden yerli ve yabancı repertuarlara ait albümlerin en büyük bölümünün
haklarını korumaktadır. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nun 80. maddesi gereğince
üyelerine ait hakların kullanımına, bu yetki belgelerinin kapsamı içinde izin verme
yetkisine sahip tek kuruluştur (MÜ-YAP, 2009: çevrimiçi).
Yasal düzenlemelere, meslek birliklerinin düzenlediği operasyonlara ve
kampanyalara rağmen dünyada ve Türkiye’de sanat eserlerinin telif hakları hiçe
sayılmaksızın kopyalanarak elden ucuz fiyatlarla ve internetten ücretsiz olarak
dağıtılması günümüzde büyük bir sorun teşkil etmektedir. Korsanlık olarak
adlandırılan bu durumun dünya ve Türkiye’de müzik sektöründeki istatistikleri
aşağıda belirtilmiştir.
Uluslararası Alan / IFPI (Uluslararası Fonogram Yapımcıları Birliği) 2003
Korsan Raporu’na göre (T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema
Genel Müdürlüğü, , 2009:çevrimiçi):
91
• 1999 yılında 510 milyon adet Korsan CD üretilirken bu rakam 2002 yılında 1,1 milyar
adede ulaşmıştır.
• Bu rakam, Dünyada satılan her üç CD’den birinin Korsan olması demektir.
• Müzik Sektörünün Korsan sebebiyle yıllık kaybı 4,6 milyar $ olarak hesaplanmaktadır.
Türkiye’de ise;
• Farklı değerlendirmeler mevcut olmakla beraber; müzik eserlerinde (Kaset ve CD) Korsan
kullanım oranının ortalama olarak % 70’ler seviyesinde olduğu tahmin edilmektedir.
• Korsan üretimin %70 oranında yurt içinde yapıldığı; geri kalanının ise yasa dışı yollarla
ülkeye sokulduğu tahmin edilmektedir.
• Korsanın ulaşmış olduğu seviye sebebiyle, müzik sektörünün yıllık cirosu 1991 yılında
200 milyon $ iken 2001 yılında 50 milyon $ seviyesine düşmüştür.
• Müzik sektöründe korsan sebebiyle devletin vergi kaybının 37 Trilyon TL olduğu tahmin
edilmektedir.
Türkiye’de korsanlık ile ilgili durumu MÜ-YAP Korsanla Mücadele
Departmanı sorumlusu Mehmet Ali Kılıç şu şekilde değerlendirmektedir14:
“Korsanlık, bilgi toplumu olmamızı engellemektedir. Fikri mülkiyet sadece
müzik yaratımıyla ilgili bir konu da değildir. Dünyada gelişmiş bir ülke
olmanın en önemli ölçütü fikri ve sanatsal yaratıma ne kadar önem
verildiğidir.
Türkiye, fikri mülkiyet haklarının korunması açısından yeterli düzeyde
yasalara sahiptir. Ancak, fikri mülkiyet haklarının yeterince korunamaması 14 MÜ-YAP Korsanla Mücadele Departmanı sorumlusu Mehmet Ali Kılıçbay’ın telif hakları konusunda Türkiye'deki durumla ilgili sorulan soruya 20/04/2009 tarihinde verdiği yanıttır.
92
ve korsanlık oranlarının düşürülememesi; Ülkemizin uluslararası alanda
görünüşünü olumsuz etkilemekte, ayrıca ekonomik kayıplara sebep
olmaktadır.” (Kılıçbay, 2009).
Film müzikleri konulu bu araştırma kapsamında yapılan anket çalışmasında,
telif haklarının soundtrack satışlarıyla doğruda ilişkisi göz önüne alınarak, deneklere
film müziklerini ne şekilde temin ettikleri sorulmuştur. Deneklerin sadece % 8,97’si
soundtrack albüm satın aldığını belirtmiş, kalan % 91,03’lük oran film müziklerini
internet aracılığıyla temin ettiğini belirtmiştir. Bu durum korsanlığın Türkiye’deki
ciddi boyutlarını gözler önüne sermektedir (Bkz Ek-2).
93
III. FİLM MÜZİĞİNİN TARİHÇESİ
A. Film Müziğinin Tarihsel Gelişimi
Bu bölümde müziğin filmle birlikte ilk kullanılışından bu yana geçirdiği
tarihsel değişim ve gelişim ele alınacaktır. Dünyada ve Türkiye’de film müziğinin
doğuşu, gelişimi, çekilen filmlerde kullanılan müzikler, bu müziklerin bestecileri ve
kariyer öyküleri, bu tarihsel gelişimin kapsamındadır.
Müzik, sinema tarihinde sesten daha eskidir. Sesin filmde ilk kullanılışı
192olerin sonunda gerçekleşmişken müziğin filme eşlik etmesi 1895’te
sinematografın icat edilmesinden öncesine dayanmaktadır. 1800’lerin sonlarında
sinemanın doğuşuna adım adım yaklaşırken somut bir şekilde kendini gösteren
hareketli görüntüyü elde etme çabaları ve bu çabalar sonucu ortaya çıkan
gösterimler, müziğin görüntüyle birlikte ilk kullanımının örneklerini teşkil
etmektedir.
Müziğin, hareketli görüntü gösterimlerinde ilk kullanımından itibaren,
görüntüye eşlik etmesi durumu günümüze kadar devam etmiş; farklı sanatsal ürün
denemeleri yapmak adına çekilen müziğin kullanılmadığı az sayıda film dışında
görüntü sanatlarında müzik her zaman kullanılmıştır. Bu kullanım sadece sinemayla
sınırlı değildir. Tiyatro, opera gibi sahne sanatları; televizyon programları, reklam
filmleri, bilgisayar oyunları gibi teknolojik ürünler, hatta sirklerde, sokaklarda
yapılan gösteriler dahi müziğin yoğun bir şekilde kullanıldığı ortamlar olarak
süregelmiştir.
Öncelikle dünyada film müziğinin doğuşunu ve ilk kullanımlarını ele almak,
daha sonra Türkiye’de film müziklerinin geçtiği evreleri açıklamak, genelden özele
giden bir tarihsel gelişim çalışması için uygun görünmektedir.
94
1. Dünyada Film Müziğinin Tarihsel Gelişimi
Konuralp (2004) eserinde film müziğinin dünyadaki tarihsel gelişimini üç
ana döneme ayırmıştır. Bu dönemler; (1) Sinematografın icadına kadar müzik
eşliğinde hareketli görüntü gösterimlerinin yapıldığı dönem olan Arkeolojik Sinema
Dönemi, (2) Sinematografın icadından sonra sesin henüz kullanılmadığı, ancak
gösterimlere salonda haricen çalınan müziğin eşlik ettiği Sessiz Film Dönemi, (3)
Sinemaya sesin girmesiyle başlayarak günümüze kadar devam eden Sesli Film
Dönemi’dir.
a. Sinematograf Öncesi Dönemdeki Gösterimler
Konuralp (2004)’in Arkeolojik Sinema Dönemi olarak nitelediği bu ilk
dönem sinematografın icat edildiği 1895’e kadar olan dönemdir. Bu dönemde
tarihteki ilk sinema cihazı olarak kabul edilen Büyülü Fener ile yapılan ilk
gösterimlerin müzik eşliğinde yapıldığı bilinmektedir. Bunun ardından aynı
dönemde yapılan farklı denemelerde Tomotrop, Fenakistiskop, Zoetrope,
Daedaleum gibi birçok alet icat edilmiş ancak bu aletler toplu gösterimlerde
kullanılamayacak yapıda olduğu için gösterimleri müziksiz ortamda yapılmıştır.
1891-1896 yılları arasında Emile Reynaud icat ettiği Praksinoskop adını verdiği
aletle 15-20 dakikalık görüntüler göstermeyi başarmış ve bunu müzik eşliğinde
yapmıştır. Bu gösterimlerden birine eşlik eden müziğin bir serenad olduğu
söylenmektedir.
Sinematografın öncesindeki bu dönemde, sesin aktarıldığı bir alet dahi
geliştirilmiştir. Alva Edison tarafından icat edilen Kinetoskop adındaki bu alet, bir
silindir aracılığıyla sesi iletebilmekte ancak bahsedilen diğer aletlerde olduğu gibi
bu aletle de topluluğa gösterim yapmak söz konusu olmamıştır. Bu aletle sesi bir
95
kulaklık yardımıyla tek kişi dinleyebilmekte ve bu şekilde eğer görüntünün
kaydedilmesi sırasında bir müzik kullanıldıysa bu müzik kulaklıktan ulaşmaktadır
(Konuralp, 2004:18). Bu gelişme, ses aynı anda birden fazla kişiye aktarılamasa ve
perdeye yansıtma sırasında senkronun tutturulmasında problem yaşansa da sesin
filmin içindeki ilk kullanımı olarak gösterilebilmektedir.
Ardından 1895’te sinematografın icat edilmesiyle sinema resmen doğmuş ve
artık sessiz filmlerin bir piyano, bazen bir keman, daha sonraları ise bir orkestra
eşliğinde gösterildiği bir döneme girilmiştir.
b. Sessiz Sinema Döneminde Müzik
Berg (1976) sessiz filmlerin müzik eşliğinde sunulmasına neden olarak
şunları göstermiştir: Rahatsız edici gürültülerin ortadan kaldırılması; durgunluğun,
hareketsizliğin, sessizliğin ortadan kaldırılması, film olgusunun sürekliliğine aracılık
etmek, ticari nedenler (Maas 1993’ten aktaran Erdoğan, Solmaz, 1995:75).
Bu sebeplerin yanında Konuralp (2004) sessiz dönemde müziğin
kullanılmasıyla ilgili, o dönemde sinema salonlarının içinde bulunan gürültülü
sinema aletlerinin çıkardıkları seslere dikkat çekmektedir. Ayrıca sinema aletlerinin
salonların dışına çıkmasından sonra da devam eden bu kullanımın, bu dönemden
kalma bir alışkanlık olduğunu belirtmektedir.
Konuralp (2004)’in ortaya attığı başka bir iddia da müzikodramatik
unsurdur. Ona göre çağın müzikodramatik kolu olan opera bir bakıma eklektik bir
sanat türüdür. İçinde müzik, bale, edebiyat, resim, dekor, kostüm, oyunculuk,
yönetmenlik vardır. Sinema da bu yönden müzikodramatik tür olma potansiyeli
taşır. Operadan eksiği müzik, fazlası fotoğrafçılıktır. O halde sinemanın yalnızca
müzik uyarlama ile yeni bir tür oluşturmasının kaçınılmazdır.
96
Berg (1976)’in belirttiği film gösterimlerinde sessizliği aşma amacı ile müzik
kullanımı, Konuralp (2004)’e göre de seyircinin konuya yoğunlaşmasını
kolaylaştırmaktadır. Müzik bunu etraftaki dikkat dağıtıcı seslerin duyulmasını
engelleyerek yapmaktadır, çünkü görme ve işitme her zaman ortak biçimde
faaliyettedirler.
İlk zamanlarda film gösterimlerine rasgele çalınan eserlerle eşlik edilmesi
durumu, sonraları film gösterimi tecrübelerinin verdiği bilinçle farklı bir hal
almıştır. Zamanla müziğin filmde bir misyonunun da olabileceği fark edilerek
görüntüyü destekleyecek şekilde, sahnenin temposuna ve duygusuna uygun parçalar
çalınmaya başlamıştır.
Müzisyenlerin bilinçlenmesiyle duygusal sahnelerde Bellini’nin Casta
Diva’sı ya da Hearts and Flowers, In a Monastery Garden gibi dönemlerin popüler
şarkıları, takiplerde Schubert’in Bitmemiş Senfoni’si, Beethoven’in çeşitli
uvertürleri, ordunun, süvarilerin geldiği sahnelerde William Tell uvertürü tercih
edilmiştir. Bunların yanında popüler eserlerden yapılan uyarlamalar da tercih
edilmiştir ancak bu eserlerin bestecilerinin sorun çıkarması üzerine farklı
yöntemlere başvurulmuştur. Birkaç besteci bir araya gelerek film piyanistlerinin
çalışmalarını kolaylaştırmak için her duygu ve duruma uygun birçok beste yaparak
sinema salonu sahiplerinin bu parçalar arasından seçim yapabilmesi için kataloglar
bastırmışlardır. Bu besteciler arasından Kinothek koleksiyonuyla Giuseppe Becce,
W.R. Heymann, Marc Roland ve Erno Rapee sayılabilir (Konuralp, 2004:22-23).
(1) Sessiz Sinema Döneminde Film Müziği Besteciliğinin Ortaya
Çıkışı
Konuralp (2004), ilk film müziği bestesinin yapılmasını yukarıda sözü geçen
film müziği kataloglarındaki parçalarının yoğun bir şekilde kullanılmasına
97
bağlamaktadır. Bu müzikler o dönemde o kadar fazla kullanılmaya başlamıştır ki
halk bunları ezberlemeye ve giderek sıkılmaya başlamıştır. Öyle ki, bir parça
çalındığında temayı hatırlatacak ufak kırpıntılarla hemen geçilmeye başlanmış, film
gösterimlerinde çalınan müziğin bu şekilde klişeleşmesi, ticari filmlerin konu
kalıplarını daha fark edilir duruma getirmeye başlamış, böylece filmlere özel beste
yapma ihtiyacı doğmuştur. Solmaz ve Erdoğan (2005) ise filme özel müzik
bestelenmeye başlanmasını, yapımcıların film için iyi seçilmiş bir müziğin seyirci
üzerindeki etkisini fark etmelerine bağlamaktadır.
Bu gelişmelerin ardından 1928 yılında klasik müzik sanatçısı Camile Saint-
Saens, müziklerini bestelemede görevlendirildiği L’Assassinat du Duc de Guise
(Dük Guise Cinayeti, 1908) filminin müziklerine besteleyerek filme özel müzik
bestelemede bir ilke imza atmıştır. Bundan yirmi yıl sonra müzik yayıncısı Max
Winkler ise, var olan müzik parçalarının filme eşlik etmesini sağlayan kısa ömürlü
bir sistem geliştirmiştir. Hemen ardından büyük Hollywood stüdyoları da boş
durmamış ve ses teknolojileri üzerine denemeler yaparak bu sektöre yüksek
miktarlarda para harcamaya başlamışlardır (Tonks, 2006:11).
1913’te Der Student Von Prag için Joseph Weiss, 1914’te Cabirio Ildebranda
Pizzetti, Rapsodra Satanica için Lyda Barelli ve Pietro Mascagni, 1915’de The Birth
of a Nation için Joseph Carl Breil, 1916’da Civilisation için Victor Schertzinger özel
film skorlarını hazırlamışlardır (Burlingame, 2000, Prendergest, 1992 ve Konuralp
1995’ten aktaran Erdoğan, Solmaz , 2005:76).
c. Sesin Filmlerde İlk Kullanımı ve Sesli Sinema Döneminde Müzik
Warner Brothers stüdyoları, Don Juan filminin (1926) prömiyerinde basit
efektleri senkronize etmek için Vitaphone sistemini kullanmıştır (Tonks, 2006:12).
Film müzikleri için org ve canlı bir orkestranın geleneksel kullanımı konusunda bir
98
ilk olan bu film, ilk senkronize müzikli filmdir (SMPTE, 2009:çevrimiçi).
Seyircilerin bu sisteme verdikleri tepkiler üzerine stüdyolar bekleme kararı almışlar
Bir sonraki yıl stüdyolar, tek bir sistem üzerinde uzlaşmadan ve bu sistemin işe
yarayacağından emin olmadan önce ses senkronizasyonunu geciktirme kararıyla
“Beş Büyük Anlaşma”yı imzaladılar. Tabi bu arada bütçelerini de garanti altına
aldılar. Aylar sonra Warner, The Jazz Singer (Caz Şarkıcısı, 1927) filminde basit bir
mikrofon yerleştirme numarası uygulanarak Al Johnson’un “You ain’t heard
nothing yet” (Henüz hiçbir şey duymadınız) sözlerinin duyulması endüstri için
önemli bir adım olmuştur. Alfred Hitchcock, Blackmail (1929) filminde mikrofonu
çiçek saksılarının içine saklamaya teşebbüs ederken ve diğer yönetmenler de bunun
gibi numaralara başvurmaya başlamışken tamamen senkronize edilmiş “sesli film”
oluşturma fikri yapımcılara cazip gelmeye başlamıştır (Tonks, 2006:12). Öyleyse
1920’lerin sonunda The Jazz Singer adlı filmin, hem filmde diyalog kullanımının ilk
örneği olması açısından, hem de sinemada müzikal dönemi başlatması açısından
önemli bir yapım olduğu söylenebilecektir.
Sinema ile müzik arasındaki asıl ilişki sesli sinema dönemiyle birlikte
başlamıştır. Bu dönemde müzik endüstrisinin yıldız sisteminin yerleşmesinde
sinema filmlerinin önemli bir katkısı olmuştur. Bu dönemde başrollerini şarkıcıların
oynadığı birçok film yapılmıştır (Bektaş, 2008:41). Böylece sinema tarihinde
Müzikal Film Dönemi başlamıştır.
d. Müzikal Film Dönemi ve Şarkılı Filmler Dönemi
Müzikal film öykü biçimde birbirine karışmış karakterlerin çeşitli şarkılar
söylediği bir film türüdür. Şarkılar genelde senaryoyu ilerletmek ya da filmin
karakterlerini geliştirmek için kullanılır. Müzikal film sahne müzikalinden doğup
gelişmiştir. Tipik olarak film ve sahne müzikalleri arasındaki en büyük fark,
uygulanması tiyatroda elverişsiz olan sahnelerin cömertçe kullanılmasıdır. Müzikal
99
film karakteri olarak tiyatroyu hatırlatan öğeler içerir; canlandırmalar sıklıkla
onların parçalarını ve dans numaralarını o anda izleyen seyirciler varmış gibi ele
alır. Bir bakıma görünüm izleyiciyi işaret eden, canlandırıcının dosdoğru kameraya
baktığı ve onun için canlandırdığı bir hale gelir (Vikipedi, Müzikal film,
2009:çevrimiçi).
Müzikal öncelikli olarak tiyatro sanatının bir türü olmuştur. Prof.Dr. Murat
Tuncay, müzikal olarak adlandırılan oyun biçiminin vazgeçilmez öğelerinin, ilkel
toplumların ayinsel törenlerinden itibaren varlığından söz eder ve türün geçmişini bu
döneme dek götürür. Bu öğeler elbette; müzik, dans ve dramadır. Müzikli gösteriler,
toplumların değişimlerine göre kendilerini düzenleyebilmiş ve hatta ilkel
toplumların sanat geleneklerindeki kutsallık düzeyinden daha aşağılara pek
inmemiştir (Tuncay, 1999’dan aktaran Sinemafanatik, 2009:çevrimiçi).
Müzikal filmlerde bolca dans ve şarkı hakimdir. Sesler vitaphone ile
kaydedilmiştir. Bu müzikallerde kullanılan şarkılar da listelerde hit konumuna
gelmiş ve özellikle Arthur Freed ve Nacio Herb Brown hit şarkıları yazan besteciler
arasında önde gelenler olmuşlardır. İlk sesli filmlerde tür olarak en çok müzikal
filmlere rastlanmasının önde gelen nedeni olarak 1930’larda ekonomik krizin
başlamasıdır ve böyle eğlenceli filmlerin çekilmesi verilmektedir (Konuralp,
1998’den aktaran Erdoğan, Solmaz, 2005:77).
Sinemanın bu atılımı Broadway’den müzisyen, besteci, oyuncu, yönetmen ve
teknisyenlerin Hollywood’a geçmesine neden olmuş, stüdyolar kendi özel müzik
dairelerini kurup bunların başına şirketlerin tüm prodüksiyonlarının müzik
sorunlarıyla uğraşması amacıyla müzik direktörleri getirttirmişlerdir (Erdoğan,
Solmaz, 2005:77).
Bu dönemde Amerikan sineması uluslararası pazarlarda egemendir, müzikal
ise film türleri içinde en Amerikalı olan türdür. Başka ülkelerde kovboy filmleri
dahi yapılmasına karşılık müzikal örneklerinin bulunmayışı (Almanya'daki birkaç
100
operet film dışında) bunun en net göstergesidir. Kitle üretimi yaparlar. Fabrika gibi
çalışan stüdyolarda üretilen bu filmler çoğunlukla birbirinin benzeridir.
Yönetmenlerden çok yapımcılar önemli olmuştur bu dönemdeki yönetmenler,
filmlerin seslendirme veya kurgusuna dahi karışamazlar (Sinemafanatik,
2009:çevrimiçi).
Amerikan müzikal filmleri kısa zamanda Avrupa ülkelerinde de bu tür
filmlerin çevrilmesinde önderlik etmiştir. Müzikal film yapmak istemeyenler bile
filmlerini şarkı ve dip müziklerle süslemek zorunda kalmışlardır. Örneğin; Der
Blaue Engel (1930, Stenberg) ve Kameradschaft (1931, Pabst) filmlerinde, aynı
şekilde Fransızların Sous les Toits de Paris (1930, Clair) ve Le Million gibi ilk sesli
filmlerde bu yola gidilmiştir (Konuralp, 1998’den aktaran Erdoğan, Solmaz,
2005:77).
Frank Sinatra, Bing Crosby, John Boles, Jeanette McDonald çevirdikleri
müzikal ağırlıklı filmlerle şöhretlerini pekiştirmişlerdir. Böylece müzik
etkinliklerinin geniş kitlelere daha etkin biçimde ulaşması söz konusu olmuştur.
Müzik endüstrisi ile sinema endüstrisi yıldız sistemi konusunda ortak politikalar
geliştirmiş ve bunu bir pazarlama yöntemi olarak kullanmışlardır (Bektaş, 2008:41).
Başka bir deyişle; Al Johnson ile başlayan bu dönemde filmler, müzik piyasasında
bu günkü video kliplerin görevini üstlenmiştir. Çelikcan, yıldız sistemi ile ilgili
Elvis Presley örneğini ele almış ve kısa sürede yapılan küçük bütçeli filmlerin
Presley’i hayranlarına ulaştırma işlevinin ötesinde yeni plaklarının da tanıtımı
işlevini üstlendiğini belirtmiştir (1996:61).
Şarkılı filmler ile müzikal filmleri karıştırmamak gerekir. Şarkılı film,
kurgusunda şarkı yerleştirilen filmdir. Müzikal filmde anlatının kendisinde
müziksellik egemendir (Erdoğan, Solmaz, 2005:77). Oğuz Adanır (2007),
Türkiye’de “arabesk” diye adlandırılan film türüne ilişkin film analizi yaptığı
eserinde, şarkıların filmde olayın gelişimiyle bağlantısının olmadığını belirtmiştir.
Zaten filmdeki amacın şarkının dinletilmesi olduğunu da vurgulamıştır (s.76-79).
101
e. Film Müziklerinin “Altın Çağ”ı
Film müzikleri alanındaki esas dönüm noktası “film müziğinin babası”
olarak bilinen Max Steiner ile gerçekleşmiştir. Sinemanın sesten en çok yararlandığı
tür olan müzikal çalışmalarının ardından Steiner Hollywood’ a geldi. 1930’ların
başlarında hala seyircinin filmdeki müzikal vurguyu kavrayamayacağı konusunda
ortak bir kaygı vardı. RKO yapımcısı David O.Sellznick, bu endişeyi bir kenara
bırakarak Steiner’a Symphony Of Six Million (1932) filmine beste yapması için bir
talimat verdi. Bu çalışmanın sonucunda elde edilen başarı bütün fikirleri çürütmüş
ve büyük stüdyoların içinde müzik departmanları kurulmaya başlanmıştır. Yeni bir
çağın başlangıcı sayılan King Kong (1933) filmi de onun projesidir (Tonks,
2006:13). King Kong filmi, müzikleriyle film müziği tarihinde altın çağın başlangıcı
olarak kabul edilmektedir.
Bu çağın önde gelen isimleri olan Max Steiner, Alfred Newman, Victor
Young, Hugo Friedhofer, Erich Wolfgang Korngold, Franz Waxman, Miklos Rozsa,
Sergei Prokofiev ve sinema tarihinde öne çıkan diğer besteciler, Film Müziği
Bestecileri başlığı altında bir sonraki bölümde filmografileriyle birlikte ayrıntılı
olarak incelenecektir.
2. Film Müziklerinin Türk Sinemasındaki Tarihsel Gelişimi
Türk sinemasında film müziği sessiz filmlerle başlamıştır. Sessiz sinema,
resim hareket ilişkisinin ilk uygulaması olarak gerçekleşir. Sinema ve müzik
ilişkileri yapımcı ve yönetmen dışında sinema seyircisinin son halkasını oluşturan
sinema salonlarında yapılan uygulama olarak ortaya çıkar. (Ok, 1995:43).
Sinemanın ilk dönemlerinde filmleri piyano ya da orkestranın eşlik etmesi şeklinde
102
ortaya çıkan film müziği olgusu, Türk sinemasında da aynı şekilde başlayan bir
tarihsel gelişim sürecine girmiştir.
Scognamillo (2003) eserinde sinemanın doğuşundan iki yıl sonra İstanbul’da
yapılan ilk film gösterimlerinde bir piyanonun eşlik ettiğini belirtmiştir. Ercüment
Ekrem Talu İstanbul’daki Sponec Birahanesi’nde yapılan film gösterimlerinde
müzik kullanılıp, kullanılmadığından bahsetmemektedir; ancak Beyoğlu’nda
sinemalar kurulduğunda müziğin hiç ihmal edilmediği anlaşılmaktadır. Piyanistler
genelde gayrimüslim kadınlardır. Fahir Aksoy’un Cosmographia sineması ile ilgili
söylediklerine göre gösterimlerde film boyunca Fransız bir hanım piyano ile hafif
batı müziği çalmıştır (Konuralp, 2004:60). Konuralp’in belirttiğine göre sinemanın
ilk yıllarında film gösterimleri için basılan davetiyelerde filme eşlik edecek müziği
yapanlarında isimleri belirtilmiştir.
1930’lu yıllarda Türk sineması ilk sesli ürünlerini vermeye başlamıştır. Bunu
Tura (Ok, 1995) bir anlamda Türk film bestecisinin kendisine bir hazırlık şansı
tanınmadan göreve çağrılması olarak değerlendirmiştir.
Ses olgusunun sinemaya girmesiyle müziğin önemi anlaşılmış 1932’de şehir
tiyatrosunda Avrupa’dakine benzer revü kızlarından oluşturulmuş topluluklar
geliştirilmiş Cemal ve Ekrem Reşit kardeşlerle, Hasan Ferit Alnar’ın İstanbul
Sokakları operetlerini Muhsin Ertuğrul İpek Film Kurumu adına çevirmiştir. Bunlar
Lüküs Hayat, Karım Beni Aldatırsa, Cici Berber gibi operetlerdir. (Ok, 1995:43)
İstanbul Sokaklarında Muhsin Ertuğrul ve Türk sineması için birkaç açıdan
“ilk” film olma niteliği taşımaktadır: İlk sesli film, ilk ortak yapım, ilk şarkılı
melodram. (Scognamillo, 2003:53). Çetin Özkırım (1962’den aktaran Scognamillo,
2003:53) bir sokak dilencisinin şarkı söylediği ve Türkiye’de çok büyük bir ilgiyle
karşılanan bu filmle ilgili çelişik bir duruma şu sözleriyle dikkat çekmektedir:
103
“…bizim gerçeklerimize de bir hayli aykırıdır. O çağlarda İstanbul
sokaklarında akordeon çalıp tangolar söyleyerek dilenenlere, halkımız para vermek
şöyle dursun, dinlemezdi bile…”.
1938’de Muhammet Kerim’in çevirdiği Aşkın Gözyaşları adlı filmin
İstanbul’da gösterilmesiyle bol müzikli, aşklı, gözyaşlı Mısır filmleri akımı
başlamıştır. 1939’da Mısır filmleri etkisi altında tanınmış şarkıcılardan
yararlanmaya başlanmış, ses sanatçısı Münir Nurettin Selçuk Allah’ın Cenneti adlı
filmde başrol oynamıştır. (Ok, 1995:43). Böylece Türk sinemasında arabesk etkisi
altında bir şarkıcı filmleri furyası başlamıştır. Uzun metrajlı müzik videosu
niteliğindeki bu filmler pek sanatsal değer taşımamakla birlikte dönemin sinema
endüstrisinde büyük bir hareketlenme meydana getirmiştir. Basit melodramik
yapıdaki bu filmler sinema salonlarını doldurarak Türk izleyicisini televizyonun
ülkeye girişine kadar yoğun bir şekilde oyalamıştır.
1950 yıllarında müzik için yapılmış filmler ve özgün film müziği yapımı
birbirine paralel olarak gelişmiştir. Yönetmen Ömer Lütfi Akad Müzik
Ansiklopedisi’ne şu bilgileri vermiştir (Ok 1995:44):
“1950 yılında Lüküs Hayat operetini filme almıştık, filmde kullanılan
müzikler Cemil Reşit Rey’in aynı isimli operetinden filme alınmıştır, bu yönde
yapılan filmler içinde bizim denememiz ilktir. Filmin müziği playback olarak
yapıldı. Önceden müziği aldık, sonra o parçayı projeksiyon makinesini
çalıştırdığımız sete getirdik. Çekim sırasında alıcı kamerayla birlikte projeksiyonda
ses bandı geçince oyuncular çalışmaya başladı. Oyuncular duydukları sese
uydurarak ağızlarını açıp kapadılar. O zamanki bantlar manyetik değildi, sonra
sesleri çektiğimiz sahnelerin üstüne baktık. Baskı makinesinde ses ve müzik
birleştirilince bir bütün oluyor. Aslında filmin müziğini ve seslendirmesini ilkel
yöntemlerle gerçekleştirdik” .
104
1953 – 1954 yıllarında Türk Film Dostları Derneği’nin ilk film şenliği
sonuçlanmış ve en iyi fono müzikçisi olarak Orhan Barlas ile Nedim Otyam
seçilmişlerdir. Bu yıllarda çevrilen Muhsin Ertuğrul’un Halıcı Kız film müziğini
Ferit Anlar, Kamil Şadan’ın Kaçak filminin müziğini ise Nedim Otyam yapmıştır.
1955’ten sonra da Yalçın Tura’nın film müzikleri başlamıştır. (Ok, 1995:45).
1960’lı yıllarda ise yeni besteciler ortaya çıkmıştır. Metin Bükey, Fecri
Ebcioğlu, Erol Büyükburç, Cahit Berkay bunlar arasında en çok öne çıkanlardır.
Berkay film müziğinde ilk kez elektronik enstrüman kullanan bestecidir. 1970’li
yıllarda şarkıcı filmleri ve arabesk film furyası baş göstermiştir. (Konuralp,
2004:73).
12 Eylül’den sonraki dönemde özgün müzik çalışanların sayısı artmışsa da
üretimlerin çoğu hala bir deneme havasındadır. Bu dönemin önemli bestecileri:
Melih Kibar, Zülfü Livaneli, Cem İdiz, Mehmet Soyaslan, Mehmet Duru, Timur
Selçuk, Hurşit Yenigün, Yeni Türkü ve Müjdat Akgün’dür.
3. Film Müziğinde Bestecinin Önemi
Müzik, bazı görüşlere göre duygular üzerine oynanan duygusal bir oyun
gibidir. Öyle ki bu düşünceye göre, müziğin değeri, duyguları karşı tarafa
hissettirebildiği kadar büyüktür ve bu da ancak duygusallığın aktif hale dönüşmesi
ile mümkündür (Swanwick, 1979’dan aktaran Otacıoğlu, 2008:49).
Müzikle hissedilenler ile ilgili yapılan önermelerin temelini, rutinden
sapmalar oluşturmaktadır. Bazen genel müzik biçimlerinde sapmaların uyumu, yeri
geldiğinde güzelliği, yeri geldiğinde çekiciliği simgelemektedir. Bu da müziğin
tılsımıdır. Tetrazzini, “hatalı tonlama, hatalı melodi çalma, yanlış zamanlı girişler,
yanlış nota çalmak, tonlara yanlış akorlarla geçiş” gibi müzikal hatalar yönünden
105
şeflerin yaptıkları tüm biçimsel hatalara rağmen, müziğin gücünün, üstünlüğünün ve
güzelliğinin daha baskın geldiğini belirtmiştir (Ward ve Burns, 1982’den aktaran
Otacıoğlu, 2008:50). Müziğin hissedilmesi konusunda iki farklı bakış açısından
bahseden Vaughan (1977), estetik deneyimin doğası ve yaratıcı hissediş adını
verdiği bu iki durumun büyük ölçüde besteciye bağlı olduğunu ifade etmiştir
(Vaughan’dan aktaran Otacıoğlu, 2008:50).
Bir müzik eseri, besteci tarafından yaratılmış müziksel bir iletidir. Besteci,
içinde yaşadığı doğal, toplumsal ve kültürel çevresinden, kişisel yetenekleri ile
algıladığı duyuları, psikolojik ve düşünsel yapısından doğan duyguları ezgiler içine
yükleyip çevresine ileten kimsedir (Otacıoğlu, 2008:64). Müzik psikolojisi
araştırmacısı Seashore (1967)’a göre müziğin psikolojisi, müziğin her alanından
başlayarak performansın etrafında yerleşmektedir (Seashore’dan aktaran Otacıoğlu,
2008:64). O halde film müziği bestecisi, filmdeki duygunun izleyiciye geçmesi
konusunda büyük bir rol üstlenmektedir. Hatta bu durumda daha ileri gidilerek, film
müziği bestecisinin yönetmenin ya da senaristin o sahnede aktarmak istediği
duyguya müdahale edebileceği bile söylenebilecektir.
Film müziği bestecisi, filmin duygusunu destekleme konusunda bu denli
önemli bir rol üstlendiği için, filmin başarısı açısından yapım aşamasında yönetmen
ve senaristle birlikte çalışma ihtiyacı doğmaktadır. Bu durumda bestecinin, filmin
yapımında en az yönetmen ve senarist kadar hayati önem taşıdığı söylenebilecektir.
Bu önemin, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (1951, madde 8)’na da “Sinema
eserlerinde; yönetmen, özgün müzik bestecisi, senaryo yazarı ve diyalog yazarı,
eserin birlikte sahibidirler” şeklinde yansıdığı görülmektedir.
Ne var ki film için müzik yazmak tarih boyunca, sanat için müzik
yaptıklarını söyleyen bestecilerce hor görülen bir çalışma olmuştur. Bunda en büyük
etken, çalışma yöntemleri ve bu yöntemlerin sonuçları bakımından bu tür müziğin
besteciyi düzmece bir müzik yazımına zorlamasıdır. Bu tarz davranış gösteren
besteciler, bu işi sanat endişesinden çok maddi kazanç elde etmek için yaptıklarını
106
ileri sürmektedir (Adlim, 1994:88). Bu değerlendirmenin sebebinin, film müziği
bestecisinin özgür ve özgün çalışamaması, bir görüntü dizisine bağlı kalması olduğu
söylenebilir. Yine de film müziği besteciliği toplumda büyük bir kesim tarafından
bir sanat olarak takdir görmekte, besteciler sanatçı olarak nitelendirerek bu sıfatla
çeşitli ödüllere layık görülmektedir.
a. Tanınmış Film Müziği Bestecileri
1920’lere doğru izleyicinin, filmler için özel bestelenmeyen belli müziklerin
her filmde kullanılmasından sıkılması, film müziği besteciliği kavramını ortaya
çıkarmış ve zamanla bestecilerin film yapımındaki önemi artmıştır.
Sinema tarihine bakıldığında nerdeyse yönetmen kadar öne çıkmış
bestecilerin varlığı dikkati çekmektedir. Bunun yanında yönetmenlerin kendi
tarzlarına yakın buldukları, bir filmde başarıyı yakaladıkları besteciler ile diğer
filmlerinde de birlikte çalışmaya devam etmesi sinema tarihinde yaygın olarak
görünmüş bir davranıştır. Bu şekilde ortaya çıkan yönetmen-besteci ortaklıklarının
en iyi örnekleri olarak; Sergio Leone-Ennio Morricone, Sergei Eisenstein-Sergei
Prokofiev, Alfred Hitchcock-Bernard Herrmann, Federico Fellini-Nino Rota
ortaklıkları sayılabilecektedir.
En önemli filmlere imzasını atmış ünlü bestecileri ele almak gerekirse, bu
alandaki en fazla ödülün sahibi olan John Williams’tan başlayarak, bestecileri önem
sırasına göre geriye doğru kronolojik olarak sıralamak yerinde olacaktır.
Bestecilerin aşağıdaki başlıkları altında adı geçen filmleri birlikte, besteciliğini
yaptıkları tüm sinema filmleri ve televizyon yapımları EK-2’deki filmografide yer
almaktadır.
107
(1) John Williams
ABD’nin en ünlü ve en çok ödül alan film müziği bestecilerinden olan John
Williams (1932-…), aynı zamanda modern çağın en önemli ve popüler senfonik
bestecilerinden biridir. Kariyeri boyunca ulusal ve uluslar arası birçok büyük
orkestra ile çalışan Williams, Amerikan Oscar ödülüne 43 kez aday gösterilmiş ve 5
kez kazanmıştır. Yirminin üstüne altın ve platin plağın yanı sıra; 2 adet Emmy, 3
adet Altın Küre, 18 adet Grammy, İngiltere Film ve Televizyon Sanatları
Akademisi’nden beş adet BAFTA ödülünün de sahibidir. (Imdb, John Williams,
2009:çevrimiçi).
Film müziği kariyerine babasının Fox Film Stüdyoları’nda aldığı iş
sayesinde film müziği orkestralarının çalışmalarını izlemekle başlayan Williams,
kendisini nasıl eğittiğini şu şekilde anlatmaktadır (Vikipedi, 2009:çevrimiçi):
“Piyanoda oturup ekrana bakar ve aksiyonun orkestranın müziğiyle nasıl
uyum sağladığını gözlerdim. Bu harika bir okuldu benim için, aslında bilinçli
olarak istemedim ama bu orkestranın çaldığı okulda bulundum ve kendimi
öğrenir halde buldum.”
Önceleri Los Angeles’da televizyon yapımlarına müzik bestelemiş, daha
sonra Alfred Newman’ın yönlendirmesi ve sektörü keşfetmesi ile Williams film
müziklerine geçiş yapmıştır. Hollywood sinemasının altın çağında, Alfred Newman,
Franz Waxman, Bernard Hermann ve sonra Henry Mancini için piyanist ve müzik
direktörü olarak çalışmıştır. İlk Oscar’ını Jerry Bock’un Damdaki Kemancısı ile
1971’de, ikinci Oscar’ını ise 1975’de Spielberg’in Jawsındaki gerilim yüklü
sahnelere bestelediği müziklerle kazanmıştır. Bu filmden sonra da Spielberg’le uzun
yıllar çalışmış, onla olan yakın ilişkisi ve yönetmenin sinema dünyasındaki çok özel
108
kariyeri Williams’ı dönemin Superman, Starwars, E.T., Indiana Jones gibi pek çok
önemli ve unutulmaz filminin bestecisi yapmıştır. Bu başarılarıyla Williams, 43. kez
Oscar ödülüne aday gösterilmeyi başararak, “yaşayan ve en çok oscar ödüllerine
aday gösterilen kişi” unvanına sahip olmuştur (Vikipedi, John Williams,
2009:çevrimiçi).
Kariyerine bugün hala film müziği bestecisi olarak devam eden Williams’ın
bestesini yaptığı en ünlü filmler Türkiye’de bilinen isimleriyle; Sabrina, Poseidon,
Jaws, Yıldız Savaşları, Üçüncü Türden Yakınlaşmalar, Superman, 1941, Kutsal
Hazine Avcıları, E.T., İndiana Jones, Güneş İmparatorluğu, Doğum günü 4
Temmuz, Daima, Stanley&Iris, Evde Tek Başına, Kanca, JFK, Uzak Ufuklar,
Schindler'in Listesi, Jurassiz Park, Nixon, Kardeş Gibiydiler, Tibet'te 7 yıl, Kayıp
Dünya, Amistad, Stepmom, Er Ryan’ı Kurtarmak, Angela'nın Külleri, Vatansever
,Yapay Zeka, Harry Potter, Azınlık Raporu, Terminal, Munich, Dünyalar Savaşı ,
Bir Geyşa’nın Anıları’dır.
(2) Ennio Moriccone
20. yüzyılın en tanınmış ve eleştirel takdir görmüş bestecilerinden olan
İtalyan besteci Ennio Morricone (1928-…), sınıf arkadaşı ünlü yönetmen Sergio
Leone ile yönetmen-besteci ortaklığının en iyi örneklerinden birini sergilemiştir.
İtalyan yönetmen Sergio Leone çektiği western filmleri serisinde besteci olarak
seçtiği Ennio Morricone ile büyük bir başarı yakalamış, bu filmlerin kült olmasında
müziklerin sahnelerle birebir uyumu ve kolay hatırlanabilir melodilerinin büyük
etkisi olmuştur.
500’ün üzerinde film ve televizyon dizisinin müziklerini yapan
Morricone’un çalışmaları elektronika’dan rock’a, konçerto’dan avant-garde caz’a
kadar çok geniş bir yelpaze içinde yer alır. Bunların sadece % 30’u western tarzında
109
olmasına rağmen, en çok ün kazandığı işler bu tarzdadır. Morricone’un kalabalık
olmayan, rafine müzik tarzı özellikle İyi, Kötü, Çirkin (1966), Once Upon a Time in
the West (1968) gibi klasik spagetti westernlerinde kendini göstermektedir. Son 25
yılda da, Misyon (The Mission, Roland Joffé, 1986), Dokunulmazlar (The
Untouchables, Brian DePalma, 1987), ve Cinema Paradiso (Giuseppe Tornatore,
1988) gibi filmlere yaptığı müziklerle konuşulmuş ve iyi eleştiriler almıştır
(Vikipedi, Ennio Morricone, 2009:çevrimiçi).
Özellikle müzikleriyle öne çıkan en çok ün yapmış filmleri; Dolar Üçlemesi
olarak adlandırılan Bir Avuç Dolar, Birkaç Dolar Fazlası İçin, İyi, Kötü, Çirkin
üçlemesi, Bir Zamanlar Batıda, Bir Zamanlar Amerika'da, Kızıl Sonya, Misyon,
Dokunulmazlar, Atame, Stendhal Sendromu, Lolita, Kaybedenler, Malena,
Karanlıktan Önce, Görev Mars, Kara Melek, Ripley Cinayetleri’dir.
Ennio Morricone ile ilgili farklı bir konu da Türkiye’deki yapımlarda
müziklerinin kullanılmasıdır. Yeşilçam Sineması ve Türk televizyon dizileri, kimi
zaman olduğu haliyle, kimi zaman ise ufak tefek değişikliklerle Morricone’un
filmler için yaptığı müzikleri kullanmıştır. Bunların en güncel örneği, son yıllarda
televizyon yapımları arasında kuşkusuz en çok ses getiren televizyon dizisi Kurtlar
Vadisi’dir. Dizinin Cendere olarak bilinen enstrümantal tema müziği Ennio
Morricone’un 1967 tarihli Faccia e Faccia adlı albümünün ana temasının bir
versiyonudur. Yine onun İl Grande Silenzio (1968) , Sicilian Clan (1969) ve Citta
Violenta (1970) albümlerinin, Kurtlar Vadisi’nin müziklerinin soundunu etkilediği
düşünülmektedir. Bunların dışında Yeşilçam filmlerinde kullanılan Ennio Morricone
müzikleri şu şekildedir15:
• Metello (Tek Parca - LP versiyonu Türkiye’de yayınlanmamıştır.
Yeşilçam’da kullanılan versiyonu Greatest Hits toplama LP’sinden
alınmıştır.) 15 Türkiye’deki yapımlarda kullanılan yabancı müziklere ait bilgiler 2009 yılında http://soundtrackerturkiye.spaces.live.com/ adlı web sitesinden derlenmiştir.
110
• Yeşilçam’da kullanılan versiyonu Greatest Hits toplama LP’sinden
alınmıştır.)
• Le Professionel (Bu albümdeki ana tema sadece Yeşilçam’da değil birkaç yıl
önce atv haberin gece yarısı bültenlerinde jenerik müziği olarak da
kullanılmıştır.)
Bunların dışında 1965-1980 yılları arasındaki Türk filmlerinde dikkat çeken
bazı Morricone müzikleri Once Upon A Time In The West, My Name is Nobody,
Sicilian Clan (il clan dei siciliani), Violent City (Citta Violenta), Investigation Of A
Citizen Above Suspicion’dır.
(3) Danny Elfman
Özelikle Tim Burton’un filmlerine beste yapan Amerikan müzisyen Danny
Elfman (1953-…), rock grubu Oingo Boingo'da 1976'dan grubun dağılma tarihi
1995'e kadar şarkı yazarı ve solist olarak görev yapmıştır. Rock grubunun
hayranlarından olan yönetmen Tim Burton ile çalışmaya başlaması da grup
sayesinde olmuştur (Vikipedi, Danny Elfman, 2009:çevrimiçi).
Üç kez Oscar ödülüne aday olmuş ve Tim Burton'ın Batman filmiyle
Grammy ödülü kazanmıştır. 1985 yapımı Pee-wee's Big Adventure filminden beri
yaygın olarak film müzikleri besteleyen Elfman, The Simpsons, Desperate
Housewives gibi televizyon yapımlarının da besteciliğini yapmış, Desperate
Housewives dizisine yaptığı müzik teması ile Emmy kazanmıştır. Elfman ayrıca
Fable adlı video oyununun müziklerini yapmıştır (Vikipedi, Danny Elfman,
2009:çevrimiçi).
Danny Elfman çoğunlukla fantastik filmlere ve çizgi roman uyarlamalarına
müzik bestelemiştir; bu yönüyle John Williams ve Hans Zimmer ile aynı kategoride
değerlendirilebilir. Orkestrasyonun zayıf olmasına karşın Clint Mansell’in
111
yapımlarında da olduğu gibi minimal müzikler16, bunun yanı sıra perdeye ince
dokunuşlar, elektronik tını, koro sesi, bol basgitar ve klarnet kullanımı onun tarzının
belirgin olmasında en önemli unsurlar olarak gösterilmektedir.
Müziklerini bestelediği Nightmare Before Christmas filminde Jack
Skellington karakterine şarkı söylediği yerlerde yaptığı dublajla da beğeni
toplamıştır. Elfman’ın müzik eğitimi olmadığı için Oscar ödüllerinden payına düşen
kısmı alamadığı konusunda yorumlar bulunmaktadır.
Besteciliğini yaptığı en ünlü filmler; Beterböcek, Örümcek Adam, Batman,
Karanlık Adam, Edward Makaseller, Dick Tracy, Batman Dönüyor, Noel Gecesi
Kabusu, Karanlığın Ordusu, Dolores, Sevimli Hayaletler, Görevimiz Tehlike, Çılgın
Marslılar, Siyah Giyen Adamlar, Dalgın Profesör, Can Dostum, Dava, Hayalet
Süvari, Maymunlar Cehennemi, Kızıl Ejder, Chicago, Ölü Gelin’dir.
(4) Jerry Goldsmith
Özellikle fantastik türdeki pek çok dizi ve filmin müziğinde imzası bulunan
Jerry Goldsmith (1929-2004), çalışmalarıyla 17 kez aday gösterildiği Oscar
ödülünün 1976’da Omen adlı filminin müzikleriyle sahibi olmuştur. Bunun yanında
5 kez de Emmy ödülü kazanan ABD’li Goldsmith, müzik yaşamına piyanist olarak
başlamış, daha sonra Univeristy of Southern California’da Miklos Rozsa’dan film
müziği üzerine dersler almıştır. Bir süre, CBS’nin radyo programları için müzik
yaptıktan sonra, çok etkilendiği film müziği bestecisi Alfred Newman’la tanışmış ve
1963’te Lonely Are The Brave filmi için yaptığı besteyle ilk kez uzun metraj bir
filmin müziklerine imza atmıştı. Sürekli olarak film müziğinin sınırlarını
zorlamasıyla tanınan Goldsmith, ürünlerini müzik dünyasıyla paylaşmak için sık sık
Londra Senfoni Orkestrasıyla konserler vermiştir (Sinema.com, 2009:çevrimiçi).
16 Tempo ve süreklilik yönünden seyrek, kendi kurallarını kendi yaratan bir müzik tarzıdır.
112
Savaş filmlerine ve gerilim sahnelerine yaptığı müzikleri başarılı bulunan
bestecinin müzikleri genelde coşturucu nitelikte ve militarist karakterlidir.
Müziklerinde içeriğe uygun ilginç efektler de kullanmıştır. Özellikle Rambo, Star
Trek ve Gremlin serilerine yaptığı müzikler çok beğenilmiştir.
Türkiye’de müziklerinin besteciliğini yaptığı en çok bilinen filmler;
Maymunlar Cehennemi, Maymunlar Cehenneminden Kaçış, Chinatown, The Omen,
Logan'ın Kaçışı, Hükmedenler, Omen 2, Alien, Uzay Yolu, Omen3, İlk Kan,
Supergirl, Gremlins, Rambo:İlk Kan 2, İçimde Biri Var, Rambo 3, Gerçeğe Çağrı,
Temel İçgüdü, The Vanishing, The Shadow, Congo, Edge, L.A. Confidential,
Kaçakların Peşinde, Hava Kuvvetleri Bir, Mulan, Küçük Askerler, Perili Ev, The
Mummy,13.Savaşçı, Görünmeyen Tehlike, Örümceğin Maskesi, Son Kale, En Büyük
Korku, Looney Tunes:Maceraya Devam, The Omen 666’dır.
(5) Miklos Rozsa
Macar kökenli Miklos Rozsa (1907-1905), epik film müziklerinin en büyük
bestecisi olarak tanımlanmakta ve senfonik müzik dehasının bu tarz müziklerdeki
başarısının temelini oluşturduğu söylenmektedir. Film müziği bestecisi Jerry
Goldsmith’e film müziği üzerine dersler vermiştir. Ayrıca büyük besteci John
Williams'ın en büyük esin kaynaklarından biri olduğu söylenmektedir.
Ben Hur için hazırladığı müzikler şüphesiz en başarılı ve ünlü çalışmasıdır.
Bu filmin müziği, son olarak hazırlanan çift cd’lik versiyonunda toplamda 150
dakikayı aşan süresiyle sinema tarihinin en uzun film müziği olarak kabul
edilmektedir.
1940’larda ilk orijinal soundtrcak albüm Pinocchio’nun piyasaya
çıkmasından sonra 1942’de Miklos Rozsa, RCA Yapımcılık’ın isteği üzerine, ticari
113
amaçla yapılmış ilk Amerikan film müziği olan The Jung Book’u bestelemiştir
(Erdoğan, Solmaz, 2005:80).
Ennio Morricone gibi Rozsa’nın da yaptığı bestelerle Türk Sineması’nda
müzikal katkısı büyüktür. Yeşilçam Sineması’nın Malkoçoğlu, Tarkan, Karamurat
ve Battal Gazi gibi tarihi aksiyon filmlerinde Rozsa’nın Ben Hur ve El Cid film
müziklerine bolca rastlamak mümkündür.
Ben Hur, El Cid, Sherlock Holmes’un Özel Hayatı, Sodom ve Gomorrah,
Madam Bovary, Olmak ya da Olmamak filmlerinin müzikleri, besteciliğini yaptığı
film müziklerinden bazılarıdır.
(6) Max Steiner
Yüzlerce Amerikan filmine müzik besteleyen Avusturyalı besteci Max
Steiner (1888-1971), müzik kariyerine tiyatro ve vodvillerde bestecilik yaparak
başlamış, kısa sürede Broadway’de orkestra şefi olarak aranan bir isim olmuştur
(Imdb, Max Steiner, 2009:çevrimiçi).
1929’da Hollywood’a gelerek Rio Rota’nın orkestrasyonunu yapmıştır.
Jenerikte adı geçmese de bir drama için yaptığı ilk beste 1931 yapımı Oscar ödüllü
Cimarron’a ana tema ve son 2 sahne için yaptığı bestedir; bu bestede ana tema Hint
müziğiyle başlayıp, git gide kahraman için yazılmış esin verici bir marşa
dönüşmektedir. Steiner’ın kariyerinin ve Hollywood müziğinin temeli ise 1932’de
gösterime giren Aşağı Doğu Yakası Yahudileri duyarlılığına dayanan Symphony of
Six Million ile atılmıştır. Bu filmde çeşitli Yahudi şarkıları kullanmıştır ancak
müziğin büyük bir bölümü özgündür (Handzo’dan Aktaran Sekans, 2007:39).
İlk film müziği bestecilerinden olmasıyla ve filmde (Symphony of Six
Million, 1932) ana tema dışında ilk defa ikinci bir tema kullanarak bir film için
114
yapılan müziğin özellikle o film için bestelenmiş olması gerektiğine ilişkin attığı
adımla önem kazanmıştır. Ayrıca 1933’te müziklerini bestelediği King Kong, film
müziği tarihinin “Altın Çağ”ının başlangıcı olmuştur (Handzo’dan Aktaran Sekans,
2007:40). Oscar ödülüne 18 kez aday olmuş ve 3 kez kazanmıştır.
Filmlerde karakterlere özel tema müzikleri besteleyen ilk film müziği
bestecisi olmasının yanı sıra Max Steiner, görüntü-müzik eşleşmesi konusunda da
bir ilke imza atmıştır. Müziği, sahnelerin ve diyalogların küçük ayrıntılarına birebir
uydurmuş, böylece görüntü ve müziği eşzamanlı olarak adeta matematiksel bir
şekilde entegre etmiştir (Imdb, Max Steiner, 2009:çevrimiçi). Onun bu tekniğini
Handzo (1995), “Mickey Maouselamak” olarak adlandırmıştır. Bu tekniğin ismi
Mickey filmlerinde, iskeletlerin kaburga kemiklerini ksilofon yapıp çalmasından
esinlenerek verilmiştir. Bu teknikte bir bakıma orkestra, filmdeki nesnelerin
seslerini taklit etmektedir.
Steiner 300’e yakın filmin besteciliğini yapmıştır. Bunlardan bazıları Rüzgar
Gibi Geçti, Yurttaş Kane, King Kong, King Kong’un Oğlu, Kayıp Petrol, Cennetin
Doğuşu, Doctor X’in Dönüşüdür.
(7) Alfred Newman
Max Steiner ile birlikte Amerikan Sineması’nın öncü besteci auterü olan
diğer besteci Alfred Newman (1901-1970), Oscar ödülüne en çok aday olan ve bu
ödülün sahibi olmayı en çok başarabilen bestecidir. Oscar ödülüne 45 kez aday
olmuş, 9 kez kazanmıştır. 1940 yılında Oscar ödülüne 4 farklı filmle aday
gösterilmesi ve 1938 ve 1957 yılları arasında üst üste yirmi yıl aday gösterilmesi
şaşkınlık yaratmıştır (Wikipedia, Alfred_Newman, 2009:çevrimiçi).
115
Newman müzik kariyerine savaşçı enerjisi ve yaylılarla kattığı özgün
parıltıyla tanınmış bir orkestra şefi olarak başlamış, 1932’de Mr. Robinson
Crusoe’un fon müziğini besteleyerek ilk önemli film müziği çalışmasını yapmış,
The Hurricane ile başarıyı yakalamıştır. 1940 yılında Darryk Zanuck tarafından 20th
Century-Fox’un genel müzik yönetmenliğine atandığında Warner’dan sonraki en
büyük müzik departmanını kurmuş, daha sonra ise onu bile aşan bir kadro
oluşturmuştur (Handzo’dan Aktaran Sekans, 2007:42).
20th century fox'un meşhur açılış müziğini de (20th century fox fanfare)
bestelemiş olan Newman, 200'ün üstünde filmin müziğini yapmıştır.
(8) Cahit Berkay
Moğollar adlı müzik grubunun üyesi olan Cahit Berkay (1946-…), film
müziği çalışmalarına 1974’te başlamıştır. 200’e yakın uzun metrajlı film, 58 dizi ve
çok sayıda reklam müziği yapmıştır. (Vikipedi, Cahit Berkay, 2009:çevrimiçi).
Bir dönem Fransa’da Warner Bross’a film müziği yapan Berkay, ilk film
müziğini Atıf Yılmaz’ın Deli Yusuf adlı çalışmasına yapmıştır. Bu film için; akıllı
bir arabanın kötü niyetli, kötü ruhlu insanlara karşı çıkardığı bir takım efektif
müzikler, bir kızla erkeğin aşkı için ise yumuşak, sevgi duygusunu işleyecek
müzikler bestelemiştir. Bir pop müziği sanatçısı olmanın yanı sıra Türk folklor
müziğini bilmesinin onun için büyük bir avantaj olduğunu, Türk Sineması
izleyicisine Batı normlarının değil kendi müzikal soundumuzu kolaylıkla
algılayabileceği, seveceği müzikleri duyurmanın uygun olacağını söylemiş ve
bestesini yaptığı film müziklerinde bu düşüncesini yansıtmıştır (Ok, 1995:66).
Berkay’a göre filmde çok belirgin melodiler ve ritimler kullanmak doğru
değildir. Ona göre müziğin görüntüyle, senaryoyla bütünleşmesi; müziğin sahnenin
116
üzerine çıkacağı yerlerde ona göre düzenlenmesi; görüntüyü, hareketi öldürmesinin
engellenmesi gerekmektedir (Ok, 1995:66).
Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde 3 kez ödül alan Berkay’ın, çeşitli
Akdeniz ülkeleri film festivallerinde aldığı En İyi Film Müziği ödülleri de
bulunmaktadır.
Film müziği çalışmalarından bazıları; Selvi Boylum Al Yazmalım, Sultan,
Dila Hanım, Şabaniye, Postacı, Öğretmen, Andréa, Deli Yusuf, Cevriye’m, Acı
Günler, Mine, Gazap Rüzgarı, Bedel, Tutku, Orta Direk Şaban, Koltuk Belası, Gizli
Yüz, Zıkkımın Kökü, Yerçekimli Aşıklar, Melekler Evi’dir.
(9) Melih Kibar
Müzik kariyerine 8 yaşında İstanbul Belediyesi Konservatuarı Piyano
Bölümü’nde başlayan besteci Melih Kibar (1951-2005), Ertem Eğilmez, Ümit
Efekan, Halit Refiğ gibi yönetmenlerle çalışmıştır (Ok, 1995:77). Çeşitli tiyatro
oyunlarına yazdığı müziklerle aldığı ödüllerin yanı sıra 1976’da Hababam Sınıfı’na
yaptığı müzik ile Altın Portakal ödülünü almıştır (Vikipedi, Melih Kibar,
2009:çevrimiçi).
Melih Kibar, film müziğini yönetmen veya senaristin duygularını net olarak
aktarmasını sağlayan bir araç olarak görmüş ve görsel-işitsel uyumun önemine
dikkat çekmiştir. Ona göre film müziğini senaryo aşamasında bestelemek ve tema
müziği yaparken genelden özele inmek gerekmektedir. Çalışmalarında önce filmin
genel yapısına uygun bir tema müziği bestelemiş, ardından ayrıntıya girerek
sahnelere uyacak biçimde ana temanın rengine uygun alt tema müzikleri
bestelemiştir. Hababam Sınıfı’ndaki başarısını da bu tekniğin başarısına bağlamıştır
(Ok, 1995:77).
117
Kibar, filme müzik yapma aşamasında uzun bir süreye ihtiyaç olduğunu, bu
süre zarfında da müzik için en önemli unsur olduğunu düşündüğü senaryoya
yoğunlaşmak gerektiğini belirtmiştir. Onun yaklaşımına göre Türk filminde
kullanılan müziklerin Türk müziğinden esintiler taşıması gerekmektedir. Bir Türk
filmi için Fransız müziği tarzında bir müzik bestelemek tuhaf olacaktır.
Melih Kibar, Ok (1995)’a Türk Sineması’nı kendi film müziği kariyeriyle
paralel olarak yorumlarken düşüncelerini şu şekilde aktarmıştır:
“…Yapılan müziklerin kimliklerine bakacak olursak genellikle son zamana
kadar benim izleyebildiğim kadarıyla köy temaları ağırlıklıydı. O yüzden
daha çok halk müziği kökenli veya halk müziğine öykünen birtakım
müziklere özenme oldu. Kendi sürecimden bakacak olursam önce köy
modası vardı. Sonra şehirdeki ortadireğin altındaki yaşam standardındaki
ailelerin müzikleri, örneğin “Bizim Aile”, “Aile Şerefi”, mazlum rolündeki
ailelerin dramlarıydı. Ben müziğe başladığım zamanlar kör kemancı-zengin
kızın aşık olma dönemi bitmişti. Sonra daha güzel konuları ele alabilen,
daha bir film endüstrisinde gelişmiş ülkelerin yakaladıkları temalara yakın
konular içeren filmler yapma gündeme gelmişti…”.
Melih Kibar’ın film müziği çalışmalarından bazıları; Hababam Sınıfı Sınıfta
Kaldı, Ah Güzel İstanbul, Bizim Aile, Aile Şerefi, Cennetin Çocukları, Neşeli
Günler, Çıplak Vatandaş, Aşık Oldum, Keriz, Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu,
Adem ile Havva, Köpekler Adası, Talih Kuşu, Duruşma, Hababam Sınıfı Merhaba,
Hababam Sınıfı Askerde’dır.
118
(10) Yalçın Tura
1955’ten sonra Türk Sineması’nda birçok filmin müziğine imza atan Yalçın
Tura (1934-…), hem çok sesli hem de tek sesli müzik alanında yapıtlar vermiştir.
Türk müziği alanındaki müzikoloji çalışmalarıyla tanınmıştır. Türk ses sistemini
incelemiş, geleneksel Türk müziği makamlarından yararlanarak mikrotonal bir sitem
kurmaya çalışmıştır (Vikipedi, Yalçın Tura, 2009:çevrimiçi).
Tura, 1955 yılından başlayarak 1970’li yılların sonlarına değin, profesyonel
bir besteci olarak, 50’yi aşkın film ve televizyon müziği, 10 dolayında tiyatro
müziği yazan Tura, SACEM’in Türkiye icra kurulunda da yer almıştır. İstanbul
Teknik Üniversitesi’ne bağlı Devlet Türk Müziği Konservatuarında öğretim üyeliği
ve müzikoloji bölümü başkanlığı yapmıştır (Beethovenlives, 2009:çevrimiçi).
1998’de Sen de Gitme adlı filmiyle Altın Portakal’da En İyi Film Müziği
ödülünü alan Tura’nın en çok tanınan yapıtları Aşk-Memnu (1975) dizisinin müziği,
Yılanların Öcü, Kırık Hayatlar, Keşanlı Ali Destanı gibi film ve oyunların
müzikleridir (Vikipedi, Yalçın Tura, 2009:çevrimiçi).
Yalçın Tura’nın 1980’e kadar yazdığı yapıtlar ağırlıklı olarak sahne ve film
müzikleri olduğu için, konuya ilişkin müziklerini çeşitli tekniklerden yararlanarak
kurgulamıştır. Bu dönemde kullandığı teknikler arasında Türk makamları, tonal
armoni, caz armonisi ve bir ölçüde popüler yaklaşımın bulunduğu söylenebilir.
Ürettiği müziğin amaçlarını kendisi şöyle özetlemiştir (Beethovenlives,
2009:çevrimiçi):
“Kişisel bir ezgi çizgisi ve onun yapısının gerektirdiği rafine bir armoni; ele
alınan materyalin çeşitli yönlerinin işlendiği karmaşık bir kontrpuan; canlı
ritmik yapı ve renkli orkestrasyon…”.
119
İlk profesyonel film müziği çalışması, 1955–1956 yıllarında yönetmenliğini
Ziya Metin’in, yapımcılığını Mümtaz Aslan’ın yaptığı köy konulu Namus Düşmanı
adlı filmdir. Filmin müziklerini 3 enstrümanla (flüt, viyola ve arp) yapan Tura, bu
çalışmasında filmin atmosferine de uygun olduğunu düşünerek Batı, oda müziği
tarzını yakalamaya çalıştığını, bunun o devirdeki genç sinemacıları etkileyerek bu
alanda çalışmalar yapmaya teşvik ettiğini belirtmiştir (Ok, 1995:45).
Yalçın Tura’nın profesyonel görüşüne göre filmin konusu daima yapılacak
müziğin karakterini etkilemektedir. O, filmin müziklendirilmesinde her şeyden önce
görüntü, olay, hareket, olayın geçtiği çevre ve psikolojik durumu göz önünde
tutmaktadır (Ok, 1995:45). Kendinden önceki bestecilerin filmin coğrafyasına ve
sahnenin duygusuna göre besteler yapmasına karşın, Tura’nın filmdeki psikolojik
unsurları da ön planda tutmasının, müzikoloji alanında yapmış olduğu araştırmaların
bir sonucu olduğu düşünülebilir.
Türk Sineması izleyicisine Batı normlarını dinletmenin uygun olmadığını
düşünen Cahit Berkay, Melih Kibar gibi bestecilerin aksine Tura, köy konulu
filmlerin müziklerinde Batı müziği tarzını kullanmayı tercih etmiştir.
Yalçın Tura’nın müziklerini bestelediği filmlerden bazıları; Baba, Ağrı Dağı
Efsanesi, Kuma, Asiye Nasıl Kurtulur?, Umutsuzlar, Mahpus, Toprak Ana, Beş
Kardeştiler, Açlık, Oğul, Bir Yudum Sevgi, Kalpaklılar, Tatlı Bela’dır.
(11) Nedim Otyam
Film müziği besteciliğinin yanında yönetmenlik, yapımcılık, eğitmenlik ve
orkestra şefliği yapan Nedim Otyam (1919-2008), Türkiye'nin ilk özgün film müziği
üreten sanatçılarından biridir. 1976'da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
120
Sinema ve Televizyon bölümünde "Film Müziği" dersleri vermeye başlayan Otyam,
emekli olduğu 1986 yılına kadar üniversitede ders vermeye devam etmiştir.
Aralarında Karanlıkta Uyuyanlar, İsyancılar, Seyyit Han ve Kaçıklık Diploması'nın
da bulunduğu 100'den fazla filmin müziğini bestelemiş, Altın Portakal’da 3 kez En
İyi Film Müziği, 1 kez Yaşam Boyu Onur ödülünün yanı sıra Altın Koza ve Artemis
ödülleri de almıştır. (Vikipedi, Nedim Otyam, 2009:çevrimiçi). Nedim Otyam,
bugün profesyonel olarak film müziği çalışmaları yapan Ali Otyam’ın babasıdır.
Barbaros Film’i 1952 yılında kuran Otyam, sinema alanında birçok film
müziğine, filmin yönetmenliğine ve yapımcılığına imza atmıştır. Doğal ortamda
çekilen ilk köy filmlerinden biri olarak kabul edilen Toprakı 1952'de çeken Otyam,
Aksaray'da çekilen filmde ilk kez toprak ağalığı konusunu işlemiştir (HaberTürk,
2009:çevrimiçi).
İlk olarak İstanbul’un Fethi adlı filme beste yapan Otyam’ın özgün film
müziği anlayışına göre müzik; filmin konusuyla, yönetmenin demek istediğiyle ve
oyuncunun rol gücüyle bağdaşan, bir bütün içinden ayrılmayan bir yapıda olmalıdır.
Bazen bir yürüme sahnesinde davul kullanmak yerine, o yürümenin ritmini
kullanmış, filmlerinde belli bir ritme bağlı kalmamıştır. Efekt olan yerlerde müzik
kullanılmaması gerektiğini söyleyen Otyam, efektlerin ve diyalogların da kendi
içinde müziği olduğunu belirtmiştir. Otyam’a göre bir filmde hiç konuşma olmasa
dahi müzik, görüntüyle birlikte istenilenleri anlatmak için yeterlidir (Ok, 1995:23-
32).
Otyam'ın müziğine imza attığı filmlerden bazıları; Vatan İçin, Barbaros
Hayrettin Paşa, Dudaktan Kalbe, İstanbul Çiçekleri, İstanbul'un Fethi, Lale Devri,
Toprak, Ankara Ekspresi, Yurda Dönüş, İki Süngü Arasında, Dokuz Dağın Efesi,
Çanakkale Aslanları, İsyancılar, Çalıkuşu, Camoka'nın İntikamı, Seyyit Han,
Camoka'nın Dönüşü, Çökertme, Kaçıklık Diploması ve Acı Gönül’dür.
121
(12) Diğer Ünlü Filmlerin Bestecileri
Nino Rota: The Godfather, The Godfather 2, Hurricane, Casanova, Hurricane,
Nil’de Ölüm, Amarcord, Roma, Murat ile Nazlı, Romeo And Juliet, Tatlı Hayat,
Rocco ve Kardeşleri, Savaş ve Barış, Cabiria’nın Geceleri, Aylaklar, Vitelloni, The
White Sheik, Anna, Beyaz Geceler, Kızgın Güneş.
James Horner: Uzay Yolu, 48 Saat, Komando, Cocoon, Alien, Gülün Adı, The
Rocketeer, Tehlikeli Oyunlar, İhtiras Rüzgarları, Açık Tehlike, Jumanji, Cesur
Yürek, Casper, Apollo 13, Titanic, The Mask of Zorro, Koca bebek Joe, Derin
Darbe, Bicentennial Man, The Perfect Storm, Grinch, Kapıdaki Düşman, Iris, A
beautiful Mind, Rüzgarla Konuşanlar, Dört Cesur Arkadaş, Sisler Evi, Radio, The
Missing, Troy, The Forgetten, Legend of Zorro, The New World, Flightplan, The
Da Vinci Code, The Black Dahlia.
James Newton Howard: Pretty Woman, Çizgi Ötesi, Kaçak, Falling Down, Dave,
Tehdit, Su Dünyası, Fransız Öpücüğü, Zenginin Karısı, Tuzak, Dante's Peak,
Şeytanın Avukatı, Liar Liar, Sürpriz Babalar, Haberci, En İyi Arkadaşım Evleniyor,
Kusursuz Cinayet, Runaway Bride, Aşkın Sırları, Altıncı His, Ölümsüz, Dinozor,
Dikey Limit, Gözde Çift, Atlantis:Kayıp İmparatorluk, Define Gezegeni, Big
Trouble, Peter Pan, Dreamcatcher, The Village, Hidalgo, Secret Window, King
Kong, The Interpreter, Batman Begins, Lady in the Water.
Hans Zimmer: Rain Man, Black Rain, Yıldırım Günleri, Green Card,
Thelma&Louise, Alev Kapanı, True Romance, Ruhlar Evi, Aslan Kral, Something
to Talk About, Muppet Treasure Island, Kırık Ok, Benden Bu Kadar, Barışçı, The
Thin Red Line, Mısır Prensi, Görevimiz Tehlike, Gladyator, El Dorado Yolu, The
Pledge, Pearl Harbor, Black Hawk Down, Hayatımdaki Erkekler, Hannibal, Özgür
Ruh, Üçkağıtçılar, Son Samuray, Karayip Korsanları, Güneşin Gözyaşları, Aşkta
122
Herşey Mümkün, Spanglish, Köpekbalığı Hikayesi, Kral Arthur, Secret Window,
Collateral, The Weather Man, Madagaskar, Halka 2, Batman Begins.
Howard Shore: Tarayıcılar, Videodrome, After Hours, Sinek, Dead Ringers,
Kuzuların Sessizliği, Çıplak Yemek, Philadelphia, Madam Butterfly, Ed Wood,
Yedi, Beyaz Öfke, Çarpışma, Oyun, Güçlüler Bölgesi, Gloria, Varoluş, Dogma,
Anlat Bakalım, Sensiz Olmaz, Hücre, Yüzüklerin Efendisi, Komplo, Spider, Panic
Room, Gangs of New York, A History of Violence.
Metin Bükey: Vesikalı Yarim, Tatlı Nigar, Güllü Geliyor Güllü, Baba, Alageyik,
Boş Çerçeve, Dağlar Kızı Reyhan, Fosforlu Cevriye, Artık Sevmeyeceğim,
Dünyanın En Güzel Kadını, Kezban, Samanyolu, Ah Güzel İstanbul, Kenarın
Dilberi, Ayşecik-Boş Beşik, Sevmek Zamanı, Turist Ömer, Makber, Cilalı İbo
Zoraki Baba.
Atilla Özdemiroğlu: Ağır Roman, Akrebin Yolculuğu, Manisa Tarzanı, Aşk
Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni, Arabesk, Muhsin Bey, Teyzem, Asılacak Kadın,
Züğürt Ağa, Fahriye Abla, Şalvar Davası, Arkadaş.
Onno Tunç: Aaah Belinda, Dünden Sonra Yarından Önce, Rumuz Goncagül,
Tersine Dünya.
Tuluyhan Uğurlu: İstanbul Kanatlarımın Altında, Yaşama Hakkı, Mum Kokulu
Kadınlar.
Özkan Turgay: Abuzer Kadayıf, Uçurtmayı Vurmasınlar, Reis Bey.
Mehmet Soyarslan: Recep İvedik 2, Recep İvedik, Son Osmanlı Yandım Ali,
Büyü, Kahpe Bizans.
123
IV. FİLM MÜZİĞİNİN İŞLEV VE ETKİLERİ
Filmlerde genellikle mesajları belirli sürelere sığdırma zorunluluğu
bulunmaktadır. Belki de müziğin en önemli görevi bir seri görüntüyü dramatik
parçayı ve verilecek mesajı bağlayarak kısıtlı sürede çok şey anlatılmasını
sağlamaktır. Müziğin bu şekilde sürekliliği artırmak için kullanımı film müziklerine
dayanır. Kesik sahne ve ayrık görüntüleri birleştirip süreklilik sağlamak için müzik
her zaman iyi bir araç olmuştur. Örneğin reklam filmlerinde bazen birkaç saniye
içinde bir hikaye kurulur, geliştirilir, gerilim yaratılır ve sonuca ulaştırılır. Bu yapı
içinde müziğin görevi ise önemli anları ve parçaları güçlendirmek, vurgulamaktır.
Müziğin filmdeki tek görevi kuşkusuz sürekliliği sağlamak değildir. Bunun
yanında birçok işlevi bulunmaktadır. Bu bölümde bu işlevler açıklamaları ve
örnekleriyle birlikte ele alınacak, bu örneklerin bilindik filmlerden seçilmesine özen
gösterilecektir.
Mahmut Tali Öngören (2002) müziği; dinleti için müzik, başlangıç müziği,
dip müziği olarak gruplandırmaktadır. Dinleti için müzik kavramıyla müziğin
müzikaller ve şarkılı filmlerdeki kullanımını, başlangıç müziği ile jenerik müziğini,
dip müziği ile de fon müziğini kastetmektedir.
Bu bölümde öncelikle müzik, filmin tümündeki genel görevleriyle ele
alınacak, daha sonra Öngören (2002)’in de belirttiği dip müziğinin (fon müziği)
işlevleri açıklanacaktır. Diğer bir deyişle genelden ayrıntıya doğru giden bir
mantıkla, öncelikle müziğin filmdeki genel işlevleri, daha sonra ise film müziğinin
filmde üstlendiği roller ele alınacaktır.
124
A. Müziğin Filmdeki İşlevleri
Film müziğinin görüntüyü dillendirdiği, filmin havasını belirlediği bir objeye
ya da bir söze dikkat çekerek, filme ünlem ya da soru işareti koyduğu
düşünülmektedir. Bunun yanında filmin temposunu belirlemekte, görüntüleri
kaynaştırmakta, yer ve mekan belirlemekte, zaman kavramını göreceleştirmektedir.
Film müziği görevini yapamadığı takdirde seyircide yanlış bir bilinçaltı
oluşturabilmektedir (Bayır, 2009:çevrimiçi).
Konuralp (2004), müziğin filmdeki işlevlerini 3 maddede toplamıştır. Bunlar
müziğin, izleyiciyi konunun içine çekme ve tempoyu sağlama, sinema dilini kendi
varlığı ile pekiştirme ve filmi film yapma işlevleridir. Bu işlevler sırasıyla;
izleyicinin filme kendisini kaptırmasını sağlamak, hareket ve diyalog olmadan bir
şeyler anlatmak, hatta karakterleri tanıtmak, filmle bütünleşerek her duyulduğunda
filmi ve filmden sahneleri hatırlatmak şeklinde açıklanabilir.
1. Konunun İçine Çekme ve Tempoyu Sağlama
İzleyiciyi konunun içine çekme ve tempoyu sağlama işlevi bunlardan ilkidir.
Ona göre sinemanın doğuşundan beri müziğin en önemli işlevi izleyiciyi yatıştırmak
ve filmin sürekliliğini sağlamaktır. Bu işlev sessiz film dönemimde daha da önemli
olmuştur. Müzik gerektiğinde hafif, tatlı bir melodiyle izleyicinin ruhunu okşar,
rahatlatır; gerektiğinde hızlanarak, sertleşerek izleyiciye gerilimi aşılar. İzleyici
filmdeki bir kovalamaca sahnesinde heyecanlanmasını, filmdeki heyecanlı koşuya
yorarken, aslında onu heyecanlandıran şey varlığının farkına bile varmadığı müziktir
(Konuralp, 2004:77).
125
Müziğin gerçekten de Konuralp’in belirttiği gibi izleyicinin kendini filme
kaptırmasını sağlayıp sağlamadığını irdelemek amacıyla, bu araştırma kapsamında
yapılan anket çalışmasında deneklere bir soru yöneltilmiştir. Müziğin kendilerini
filme kaptırmalarını sağlayıp sağlamadığı sorulmuş, ankete katılanların % 66,67’si
olumlu yönde yanıt vererek müziğin konunun içine girmelerine yardımcı olduğunu
onaylamıştır. Konuralp, izleyicinin müziğin farkında olmadığını söylemişse de anket
sonuçlarını aksini gösterir niteliktedir. % 66,67’lik bir oranın, kendilerini müzik
sayesinde filme kaptırdıklarını söylemesi farkındalıklarını doğrular niteliktedir (Bkz
Ek-2).
İzleyicinin filmi izlerken müzik hakkındaki bu farkındalığı anket içinde
farklı bir soruyla daha dolaysız olarak sorulmuştur. Film izlerken müziklere ne
derece dikkat ettikleri sorulduğunda deneklerin % 66,67’si müziklere çoğu zaman
dikkat ettiğini belirtmiştir; % 28,40’ı müziğin sadece diyalogsuz kısımlarda
dikkatlerini çektiğini, % 2,47’si ise müzikleri genelde fark etmediklerini
söylemişlerdir. Bu sonuç da izleyicinin müziği çoğu zaman duyduğunu göstermiştir
(Bkz Ek-2).
Öte yandan yine de Konuralp’in “izleyicinin, filmle birlikte sürüklenişini
müziğin değil hikayenin başarısı olarak görmesi ve müziğin farkında dahi
olmaması” görüşüne katılmak mümkündür (2004:77). Anket kapsamında deneklere,
filmin izleyiciyi etkisi altına almasında en önemli rolü olan unsur sorulduğunda; %
65,43’ü hikaye ve senaryo olduğunu söylerken, sadece % 7,41’i en önemli rolü
müziklerin oynadığı şeklinde yanıtlamıştır.17 O halde izleyicinin müziğin önemli bir
unsur olduğunu kabul etmesine karşın, bu önemin büyüklüğünün farkında olmadığı
söylenebilecektir (Bkz Ek-2).
Müziğin bahsedilen izleyiciyi konunun içine çekme işlevine güncel bir örnek
vermek gerekirse 2008 ABD Oscar ödüllerinden En İyi Müzik ve En İyi Orijinal
Şarkı dallarında da Oscar ödüllerini alan Slumdog Millionaire adlı filmin açılış 17 Kalan % 13,58 görsel efektler ve ses efektleri, % 9,88’i oyunculuk, % 3,7’si ise kurgu, yönetmen vs. gibi diğer unsurlara bağlamıştır.
126
sekansı ele alınabilir. Açılış sekansında başkahramanın küçük bir çocukken yaptığı
yaramazlıklar yüzünden arkadaşlarıyla birlikte polis tarafından kovalanış
görüntüleriyle birlikte çalan hareketli, çok sesli müzik, coğrafya belirtici milli
ezgilerinin yanında, adeta izleyiciyi o kovalamaya dahil ederek onu konunun içine
çekmekte ve daha baştan kendini filme kaptırmasını sağlamaktadır.
2. Tanıtma ve Betimleme
Müziğin, sinema dilini kendi varlığı ile pekiştirmesi Konuralp’e göre
müziğin ikinci işlevidir. Bu işlev çerçevesinde, müziğin sadece destekleyici,
yorumlayıcı değil, aynı zamanda anlatıcı, betimleyici rolünün de olduğunu ileri
sürmüştür. Müzik sahneler arası geçişleri sağlamanın yanında, diyalog ve
hareketlere ihtiyaç duymaksızın tek başına izleyiciye bir karakteri tanıtabilmektedir
(Konuralp, 2004:77).
Müziğin harekete bağlı kalmaksızın karakteri betimleme işlevine birçok
filmde rastlamak mümkündür. Yönetmenliğini Kutluğ Ataman’ın yaptığı ve 3 adet
Altın Portakal’ın sahibi olan İki Genç Kız adlı filmde yine açılış sekansında, konu
edilen iki kızdan biri evde temizlik yaparken gösterilmektedir. Kahramanın temizlik
yaptığı görüntüler eşliğinde ise öfkenin ve isyanın göstergesi olarak bilinen hard
rock tarzında bir müzik çalmaktadır. Bu kısımda müzik, görüntüde temizlik yapan
hamarat ev kızının tam aksine; o işleri istemeyerek yapan, asi, öfkeli bir genç kız
imajı çizer. Filmin ilerleyen dakikalarında hikaye, bu kızın gerçekten de ev işlerini
istemeyerek yapan asi ve öfkeli bir karakter olduğu görülmektedir. Oysa müzik
bunu zaten daha baştan tek başına yapmıştır.
Maas’ın bahsettiği anlamsal işlevde ise filmde müzikle anlam
yaratılmaktadır (aktaran Erdoğan, Solmaz, 2005:59). Kişiler ve düşüncelere ait
leitmotive adı verilen tema müzikleri, bu işlev kapsamında ele alınabilir. Bu
127
bağlamda soundtrack albümlerinde müzikler için kullanılan “aşk teması”, “ölüm
teması”, “Lara’nın teması” şeklinde ifadeler dikkat çekmektedir.
3. Filmi ve Konusunu Çağrıştırma
Müziğin, “filmi film yapması” işlevi, müziğin filmle birlikte anılması, o
müzik duyulduğunda hemen o filmi akla getirmesidir. Sinema tarihinde bu şekilde
filmle bütünleşmiş, hatta filmden de ileri gitmiş film müzikleri bulunmaktadır. Bu
şarkılar zamanında çok popüler olmuş, müzik listelerinde üst sıralarda yer almış;
böylece bu filmlerin gişe ve soundtrack albüm rakamlarının yükselmesini
sağlamışlardır. Hatta günümüzde çoğu zaman fragmanlar sayesinde, film gösterime
girmeden müzikleri duyulmakta ve bu Konuralp’in müziklerin film için, afişlerden,
gazete ilanlarından daha etkin bir reklam aracı olduğu görüşünü doğrulamaktadır
(2004:78).
Sinema tarihinde müzikleriyle öne çıkan, hatta müzikleri kendinden daha çok
öne çıkan birçok film bulunmaktadır. Öyle ki, artık bu müzikler uzun yıllardır filmi
izlemeyen, hatta bazen filmin varlığından dahi haberdar olmayan kişilere o filmin
duygusunu hissettirebilmektedir. Love Story filminin müziği bunun en belirgin
örneğidir. Birçok kişi, bu müziğin bir aşk filminin müziği olduğunu bilmemesine
rağmen, bu melodinin aşkı anlattığını çok iyi bilmektedir. Öyle ki bu şarkı
günümüzde düğün salonlarında, evlenecek çiftlerin salona giriş anlarında
çalınmaktadır.
Benzer bir şekilde The Good, The Bad and The Ugly filminin müziği artık bir
düello, meydan okuma müziği halini almıştır. Bu müziğin kovboyların yaptığı
düelloları anlattığını yine filmi izlemeyen birçok kişi bilmektedir. Aynı mantıkla
Pembe Panter filminin müziği, her duyulduğunda küçük adımlarla, gizlenerek takip
etme hissi uyandırmakta; Rocky filmindeki dövüş sahnelerinde kullanılan Eye of The
128
Tiger adlı parça çalındığı ortamdaki insanları yavaş çekim dövüşmeye itmektedir.
Bu parça Rocky’nin kaslı vücudunu çağrıştırdığı için vücut geliştirme salonlarında
da sıklıkla çalmaktadır. Bu davranışların, film müziklerinin sahneleri destekleyici
etkilerinin ve filmle duygusal anlamda bu denli bütünleşmelerinin doğal birer
sonucu olduğu düşünülmektedir.
Müzikleriyle öne çıkan ya da müzikleri ün yapan filmlere verilen örnekleri
arttırmak mümkündür. Pulp Fiction, The Godfather, Kill Bill, Titanic, Selvi Boylum
Al yazmalım, Dila Hanım, Hababam Sınıfı, İstanbul Kanatlarımın Altında gibi
filmler müzikleriyle bütünleşmiş filmlerdir. Örneğin Hababam Sınıfı adlı filmin
müziği, filmdeki okul temasıyla öylesine bütünleşmiştir ki, günümüzde birçok
ilkokulda teneffüs zili olarak kullanılmaktadır.
Film müziklerinin yukarıda belirtildiği gibi filmden bağımsız bir şekilde öne
çıkması, yapılan anket çalışmasında deneklerin fikirleriyle de doğrulanmıştır.
Etkilendikleri bir filmin müziklerini filmden sonra edinip edinmedikleri
sorulduğunda, deneklerin % 50,62’si mutlaka bulup dinlediğini, % 45,68’i nadiren
bulup dinlediklerini, % 3,70’i ise film dışında film müziklerini dinlemediklerini
belirmişlerdir. Bu sonuca dayanarak söylenebilir ki; % 96,30’luk çok büyük bir
oran, filmden sonra filmin müziğini edinip dinleme eylemini en az bir kez
gerçekleştirmiştir (Bkz Ek-2).
4. İlgi Çekme ve Eğlendirme
Filmlerde izleyiciyle duygusal bir iletişim kurulabilmesi, izleyicinin
heyecanlandırılması ve eğlendirilebilmesi için müzik önemli bir araçtır. İyi seçilmiş
bir müzik filmi daha ilgi çekici ve etkileyici hale getirecek, bu yolla izleyiciyi ekran
(veya perde) karşısında tutmak daha kolay hale gelecektir.
129
Müziğin ilgi çekmek ve etkiyi arttırmak için kullanılmasının temelleri,
konuşmaların müzik ile kaplandığı vodvillere kadar dayanmaktadır (Alpagut,
2004:36). Bu alışkanlık filmde müziğin kullanım şeklinde günümüze kadar
süregelmiş, müziğin belki de en önemli işlevi olarak devam etmiştir.
5. Görüntüyle bütünleşerek beğeniyi arttırma
Filmlerin müzikleriyle bu denli bütünleşmesi, müziğin ve görüntünün
birbirini uyumlu bir şekilde desteklemesi sayesinde olmaktadır. Şüphesiz bahsedilen
filmler müziksiz halleriyle bu kadar başarılı olmayacakları gibi, söz konusu
müzikler de bu denli uyum sağladıkları bir filmle birlikte kullanılmasaydı başarılı
olmayacaklardı.
Bu görüşü doğrulamak için anket kapsamında deneklere, normalde
dinlediklerinde beğenmeyecekleri bir şarkıya, film müziği olarak rastlayıp da
dinlediklerinde beğenme olasılıkları sorulmuştur. Deneklerin % 64,20’si bu
durumun mümkün olduğunu ve bu durumu yaşadıklarını belirtmiştir. Bunun aksine
müziksiz izlediklerinde etkilenmeyecekleri bir sahneden, müzik sayesinde etkilenme
durumları sorulduğunda ise % 79,01’i olumlu yanıt vermiştir. O halde filmin ve
müziğin birbirine büyük oranda katkı sağladığını, hatta müziğin filme katkısının
daha büyük olduğu söylenebilecektir (Bkz Ek-2).
Maas (1993), film müziğinin işlevlerini tektonik (yapısal), syntaktik
(dizimsel) ve anlamsal (semantik) ve medyatikleştirme olarak 4 başlık altında
incelemiştir. Bu işlevleri şu şekilde açıklamak mümkündür (aktaran Erdoğan,
Solmaz, 2005:59):
130
6. Çerçeveleme
Tektonik işlevin kapsamında Maas müziğin filmde, film dışında yapı
elemanı olarak anons ve bitiş gerilimi veren bir unsur veya tümüyle filmi
çerçeveleyen unsur olarak kullanılabileceğini söylemiştir (aktaran Erdoğan, Solmaz,
2005:59). O halde bu tanımlamada başlangıç jenerik ve final müziklerinin konu
edildiği söylenebilir.
Başlangıç jenerik müzikleri film başlamadan önce, içeriği ve tarzı hakkında
ipuçları vererek seyirciye ne izleyeceğini, ne tür bir filmin başladığı hakkında bilgi
vermektedir. Jenerik müziği olarak çoğu zaman filmin tema müziği
kullanılmaktadır. Final müziği ise olayın ne şekilde son bulduğu hakkında bilgi
vermenin yanında çoğu zaman bundan sonra ne olacağı konusunda da fikir
vermektedir. Fon müziği de tüm film boyunca boşlukları doldurarak bir bakıma
filme müzikten bir çerçeveleme yapılmış olmaktadır.
7. Doruk Noktalarına Vurgu Yapma
Dizimsel işlevinde Maas müziği bir anlatım aracı olarak tanımlamış,
sahneleri doruk noktasına çıkardığı, gerçek ve hayal oluşumları birbirinden ayırdığı
ve sahneleri birbirine bağladığını belirtmiştir (aktaran Erdoğan, Solmaz, 2005:59).
Maas’ın bahsettiği bu sahneleri doruk noktasına çıkarma işlevi, filmlerde çoğu kez
müziğin de doruk noktasına çıkmasıyla gerçekleşmektedir. Filmin yaratıcıları
genelde duyguların doruğa çıkmasını hedefledikleri sahneye adeta müzikle işaret
ederler. O sahnede müzik genellikle filmdeki en yüksek ses seviyesine ulaşır. Daha
önce müziğin psikolojik etkilerinin açıklandığı bölümde de söylendiği gibi yüksek
sesli müzik duygularda büyük bir etki yaratmaktadır. Yüksek müziğin sağladığı
131
duygu yoğunluğu izleyici tarafından sahnenin duygusuna yorulur ve en etkileyici
sahne çoğunlukla yüksek sesli müziğin yer aldığı sahne olur.
Yine güncel bir örnek vermek gerekirse Issız Adam filminden bahsedilebilir.
Araştırma kapsamında görüşülen birçok kişi bu filmde en çok etkilendikleri
sahnenin; filmin finalinde başkahramanların vedalaştıktan sonra tekrar hızla dönüp
birbirlerine sarıldıkları sahne olduğunu belirtmiştir. Hatta film en çok bu sahnesiyle
konuşulmuş, internette filmin bu bölümü en çok izlenen videolar arasında yer
almıştır.
Film incelendiğinde müziğin sesinin en çok yükseldiği sahnenin sözü edilen
sahne olduğu görülmüştür. Ayrıca yönetmen bu yüksek müziği kısa bir “tam
sessizliğin” ardından duyurarak etkiyi arttırıcı işitsel bir kontrast yaratmıştır.
8. Müziğin İşlevlerine İlişkin Farklı Görüşler
Maas’ın bahsettiği anlamsal işlev yukarıda açıklandığı gibi karakterleri
tanıtmanın yanı sıra coğrafyayı, zamanı, mekanı tanıtma işlevleridir.
Medyatikleştirme işlevi ise filmlerde popüler müziklerin kullanılması yoluyla
izleyicinin ilgisini çekerek konunun içine çekilmesini sağlamasıdır ve filmin
yaratıcıları bu yüzden genelde bunu filmin açılış sekansında yaparlar.
Tony Thomas (1973)’a göre film müziği filme 2 önemli konuda önemli
ölçüde eşlik etmektedir. Bunlar atmosferi yaratma ve filmin tansiyonunu belirleme
işlevleridir. Film müziği atmosferi yaratır, yani konunun geçtiği coğrafyayı, zamanı,
içinde bulunulan durumları belirtir. Filmin tansiyonunu belirler, yani sahnelerin
parlak mı karanlık mı, soğuk mu sıcak mı olduğunu anlatır (aktaran Erdoğan,
Solmaz, 2005:60). Thomas’ın bahsettiği bu işlevi ölçmek amacıyla anket
kapsamında dolaylı bir soruya yer verilmiştir. Müziğin gerçekten de filmin
132
tansiyonunu belirleyip belirlemediğini anlamak için, deneklere gerilim yüklü bir
sahnenin, sırf komik ve eğlenceli bir havadaki müziği nedeniyle kendilerini
güldürüp güldürmeyeceği sorulmuş, % 49,38’lik bir topluluk bu soruya olumlu yanıt
vermiştir. O halde müziğin mesajını ve duygusunu bazen de görüntüden bağımsız
olarak ilettiğini söylemek mümkündür (Bkz Ek-2).
Farklı düşünürlerin de müziğin işlevine ilişkin yorumları birbiriyle benzerlik
göstermektedir. Örneğin Pudovkin (1966)’e göre müziğin filmdeki rolü, nesnel
görüntülerin izleyici tarafından yorumlanmasına yardımcı olarak öznel çıkarımlar
yapmalarını sağlamaktır. Başta da belirtildiği gibi Mahmut Tali Öngören (2002)
filmde kullanılan müzikleri; dinleti için müzik, başlangıç müziği ve dip müziği
olarak gruplandırmaktadır. Dinleti için müzik kavramıyla müziğin müzikaller ve
şarkılı filmlerdeki kullanımını, başlangıç müziği ile jenerik müziğini, dip müziği ile
de fon müziğini kastetmektedir.
Müziğin filmdeki genel işlevlerini açıkladıktan sonra, filmde müziklerin
hangi amaçlarla kullanıldığı, filmde hangi rolleri oynadığı aşağıdaki şekilde
listelenebilir.
9. Film Müziğinin Filmde Üstlendiği Roller
Öngören (2002), filmde dip müziğinin işlevlerini, bilgi verme, durumu ya da
sonucu belirtme, kişilik belirtme, ruhbilimsel yapıyı aktarma, dramatik havayı
belirtme, vurgulama ve noktalama, heyecanı destekleme, coğrafya ve dönemi
yansıtma, geçişi sağlama, boşluğu doldurma, karşılıklı konuşmanın yerini alma, ses
efektinin yerini tutma, kurgu ile eşleşme şeklinde sıralamıştır. İşlevleri maddelemek
gerekirse, bir filmde müziğin üstleneceği roller şu şekilde sıralanabilir:
133
a. Coğrafya belirtici: Filmde; olayın geçtiği ülke, bölge, yöreye ait müzikler
kullanılır. Eşkıya filminde başkahraman köyüne döndüğünde Şanlıurfa’ya
özgü müziklerin çalması coğrafya belirtme işlevini yerini getirmektedir.
b. Anlamı destekleyici: Bir diyalog sırasında kişinin karşısındakinin
söylediğinden ne anladığı, hatta bazen hiçbir şey anlamadığı müzikle
anlatılabilir. Bazen bir diyalog sırasında kişi konuşmaya devam ederken
kamera dinleyenin ifadesiz suratına odaklanır, konuşan kişinin sesinin yerini
tamamıyla müzik alır. İzleyici müziğin renginden o kişiye acı bir haber
verildiğini anlayabilir.
c. Atmosfer belirten: Olayın geçtiği yerdeki ve andaki atmosferi belirtmek
için genelde o coğrafyaya uygun olmasının yanı sıra, o döneme de uygun
müzik kullanılır. Örneğin İstanbul Kanatlarımın Altında adlı filmde 17.
yüzyılda İstanbul’da geçen bir olay anlatılmakta, o dönemde Osmanlı
İmparatorluğu hüküm sürdüğü için filmde vurmalı çalgılar ve ney ağırlıklı
geleneksel Osmanlı müziğine yakın bir tarz yakalanmıştır.
d. Duyguyu destekleyici: Müziğin, izleyicinin neşe, hüzün, heyecan gibi
duygularını yaratan ya da arttıran bu rolü film müziğinin duygusal etkilerini
konu eden başlık altında ayrıntılı olarak incelenmiştir.
e. Vurgulayıcı: Filmde çoğu zaman bir sahneye, bir yere, bir kişiye vurgu
yapmak için müzik kullanılır. Örneğin Havuz adlı filmde, müziğin ilk
duyulduğu yer filmde havuzun ilk karşımıza çıktığı sahnedir. Burada
müzikle filmin asıl konusu olan havuza vurgu yapılmaktadır.
f. Doldurucu: Filmlerde müziğin en sık üstlendiği görevdir. Birçok sahnede
sessizliği bozmak, anlatımdaki boşluğu doldurmak, akışı sağlamak ve
sahnedeki monotonluğun izleyiciyi sıkmaması için dolgu müziği kullanılır.
134
g. Geçişi sağlayıcı: İki sahne arasındaki geçişi yumuşatmak, sahneler arasında
anlam bütünü sağlamak, izleyiciyi bir sonraki sahneye hazırlamak için
kullanılan müziktir. Doldurucu müzik gibi, geçişi sağlayıcı müzik de sık
kullanılmaktadır.
h. Canlılığı vurgulayıcı: Filmi hareketlendirmek için yine hareketli olan bir
müzik kullanılır. Kalabalık ortamlardaki canlılık, hareket duygusunu
güçlendirmek için kullanılır. Bu tarz müziğin kullanıldığı sahnelerde ortam
olduğundan daha kalabalık ve hareketli algılanır.
i. Kurguyla eşleştirilmiş: Bazen müzik hareketle eşleştiği gibi kurguyla da
birebir eşleşebilir. Müziğin bu görevi genelde hızlı kurgu-hareketli müzik
eşleşmesi şeklinde görülebilir. Bu tür kullanımda her çekime bir vuruş ya da
her sahneye birkaç nota gelecek şekilde eşleştirme yapılır. Rocky filmi ile
filmdeki Eye Of The Tiger adlı şarkının eşleşmesi bunun en belirgin
örneklerindendir.
j. Gerilim hissettiren: Filmde sahnenin gerilimli ruh hali, görüntüden çok
müzikle verilir. Müziğin görüntüye uyum sağlamasını en çok gerektiren
rollerinden biridir. Filmdeki gerilim keman, davul gibi çalgılarla
sağlanabilirken; bazen bir ıslık, bir çocuk şarkısı bile gerilimi
katlayabilmektedir. Örneğin Elm Sokağında Kabus adlı filmin açılış
sekansında yavaş çekimde oyun oynayan küçük çocukların söylediği çocuk
şarkısı izleyicide şiddetli bir gerilim hissettirmektedir. Aynı şekilde Kill Bill
filminde oyuncunun koridorda yürürken ıslıkla çaldığı neşeli melodi ayak
sesleriyle birlikte büyük bir gerilim yaratmaktadır.
k. Doğallık hissi veren: Genelde çevre sesi olarak kullanılan müzik doğallık
hissi verir. Bir barda, kafeteryada çalan müzik izleyicinin o ortamı daha
doğal ve gerçekçi algılamasını sağlar. Issız Adam, Duvara Karşı gibi
filmlerde müzikler çoğunlukla çevre sesi olarak kullanılmıştır. Ev
135
ortamındaki sahnede bir müzik varsa, o müziğin cd’si oyuncu tarafından
müzik setine takılırken gösterilir. Müziğin bu şekilde kullanımı gerçekliği
arttırır, dikkatin dağılmasını engeller.
l. Zamanın geçtiği duygusu veren: Müzik bu rolü çeşitli şekillerde
üstlenebilir. Örneğin Duvara Karşı adlı filmde aralarında uzun zaman olan
bölümleri birbirinden ayırmak, aradan zaman geçtiği hissini vermek için saz
ekibiyle İstanbul’da boğaz manzaralı bir çatıda şarkı söyleyen bir kadın
gösterilmekte, bu şarkılar bütünüyle yer almaktadır.
m. Kültürü yansıtıcı: Filmdeki bir oyuncunun, bir nesnenin farklı bir kültürden
olduğunu belirtmek için kullanılan türde müziktir. Örneğin İstanbul
Kanatlarımın Altında adlı filmde İtalya’dan gelen çizimlere bakarken İtalyan
müziği çalmaktadır. Çin İşi Japon İşi adlı filmde başkahramana Japonya’dan
gelen kutuya ilişkin sahnelerde Japon müziği çalmaktadır.
10. Film Müziğinin Psikolojik ve Duygusal İşlevi
Film müziğinin sıralanan işlevleri ve filmde üstlendiği rollerinin içinde
bilimsel karşılığı da bulunan en önemli işlevi izleyicinin ruh halinde ve
duygularında yaptığı değişikliklerdir. Film müziklerinin izleyicideki duygusal
etkilerinin büyüklüğünü ölçmek amacıyla yapılan anket kapsamında, deneklere film
müziklerinin filmdeki duyguyla olan ilişkisi sorulmuştur. Bu soruya % 13,58’lik bir
oran izleyicide oluşan duyguların asıl sebebinin müzikler olduğunu, duygusal etkiyi
müziğin yarattığını düşündükleri şeklinde yanıt vermiştir (Bkz Ek-2). Müziğin
filmdeki duyguyu desteklediğini, etkiyi arttırdığını düşünen deneklerin oranı ise %
86,42’dir.18
18 Ankette kalan 2 seçenekten biri müziğin herhangi bir etkisinin olmadığı, diğeri ise müziğin gerçeği bozarak dikkati dağıttığı şeklindedir. Denekler arasından bu seçenekleri işaretleyen olmamıştır.
136
Film müziğinin izleyici üzerindeki duygusal etkileri, müziğin insanlar
üzerinde yaptığı biyolojik ve psikolojik değişikliklerin doğal bir sonucudur. O halde
öncelikle müziğin yaptığı bu değişiklikleri incelemek gerekmektedir.
İnsanlık tarihi kadar uzun bir geçmişe sahip olan ve zamanla değişik boyutlar
kazanan müziğin, insanlar üzerine çok çeşitli etkileri vardır. Bu etkiler hem olumsuz
hem de olumlu olabilmektedir. Müzik, çoğunlukla bir eğlence aracı olarak
görülmesine karşın, aslında duygu ve düşünceleri seslerle anlatma veya sesi düzenli
ve estetik amaçlara uygun şekilde kullanma sanatıdır. Müziğin sadece bir eğlence
aracı olmadığının, insan ruhunun derinliklerinden zihin ve düşünce dünyasına kadar
uzanan bir iletişim yolu olduğunun anlaşılmasıyla, müziğin bu özelliğinden nasıl
faydalanılabileceği düşüncesi, çok sayıda bilimsel araştırmaya konu olmuştur
(Akcan, 2009:çevrimiçi).
Müziğin etkilerine yönelik yapılan birçok araştırma göstermektedir ki
müziğin canlılar üzerinde biyolojik, dolayısıyla da psikolojik açıdan önemli etkileri
bulunmaktadır. Biyolojik etkisinin herhangi bir yaşamsal bir birikim veya müzikal
bir eğitim gerektirmediğinin kanıtı olarak, müziğin henüz anne karnındaki çocuğa
dinletildiğinde dahi bazı değişikliklere sebep olması gösterilebilir. Ancak psikolojik
etkisi biyolojik etkileriyle doğrudan ilişkili olmakla birlikte yaşamsal tecrübelere,
içinde bulunulan ruh haline ve hatta alınan müzikal eğitime bağlı olarak
değişebilmektedir.
Aristo tiyatroda müzik dinleyicisinden söz ederken, çeşitli müzik
makamlarının ezgi düzenlemelerinin ahlaksal yanlarıyla, coşkusal ve etkinleştirici
ya da edilginleştirici özelliklerine ilişkin yanlarıyla tartıştıktan sonra, soylular için
ve halk için ayrı ayrı müziklerin oluşmuş bulunmasını haklılamış ve bu durumun
hoş görülmesini öğütlemiştir (Oskay, 2001:13).
Yapılan araştırmalara göre müziğin biyolojik etkilerinin aktif ve pasif
faaliyetler sonucu ortaya çıktığı görülmüştür. Aktif etkinlikler çalgı çalma, şarkı
137
söyleme ve müzikle hareket gibi kişinin aktif olarak sürece katıldığı etkinliklerdir.
Klasik müzikterapi uygulamaları genelde aktif etkinliklerle gerçekleştirilmektedir.
Pasif etkinliklerdeyse kişi pasif olarak müziği dinlemektedir. Reseptif Müzikterapi
adı verilen yaklaşımda müzikten dinleme yoluyla faydalanılmaktadır. Titreşim
özelliklerini kullanan Vibrasyonel Terapi, müzikle rahatlamayı hedef alan Müzikle
Neurobiofeedback pasif yöntemlerden bazılarıdır (Çoban, 2005’den aktaran Tütem,
2009:çevrimiçi). Film müziklerinin etkileri müziği icra etme değil dinleme yoluyla
meydana geldiği için bu çalışmanın kapsamına giren faaliyet pasif faaliyetlerdir ve
çalışma daha çok müziğin bu yöndeki etkileri üzerinde yoğunlaşacaktır.
a. Müziğin Dinleyici Üzerindeki Etkileri
(1) Biyolojik Etkiler
Müziğin etkilerine dair yapılan birçok araştırmada araştırmacının yola çıkış
amacı doğrultusunda tahmin edilen sonuçlara ulaşılmış, müziğin etkileri biyolojik ve
psikolojik olarak kanıtlanmıştır. Bu etkilerin müziğin hangi bileşenine bağlı
olduğunu belirlemek her zaman açıkça mümkün olmasa da bulgular en çok tempo,
ses perdesi ve tonalite üzerinde yoğunlaşmıştır.
Makam ve beden etkileşimi ilk olarak Osmanlıda gündeme gelmiştir. Şuuri
Hasan Efendi, Gevrekzade Hasan Efendi gibi Osmanlı hekimleri makamların
hastalıklar ve duygular üzerindeki etkilerini incelemişlerdir. Ancak bu bilgiler
yıllarca tarihi bir bilgi olmaktan öteye gidememiş ve bunun üzerine somut
araştırmalar yapılmamıştır. Daha sonra, 20. yüzyılın son çeyreğinde başlatılan
müzik araştırmalarıyla ilginç sonuçlar elde edilmiştir. Bu araştırmalardan biri 2001
yılında Kanada’da yapılmıştır. Bu araştırmada hızlı ritimlerin ve majör makamların
beynin sol ön bölgesinde alfa aktivitesinde azalma sağlayarak uyarılma (alfa
138
azalması) yaptığı tespit edilmiş mutluluk duygusunda artış elde edilmiştir. Yine aynı
araştırmada yavaş ritimlerin ve minör makamların etkisi de incelenmiş ve bu sefer
sağ ön bölgede uyarılma (alfa azalması) ve hüzün duygusunda artış saptanmıştır
(Tsang, Trainor vd., t.y.’den aktaran Tütem, 2009:çevrimiçi).
Müziğin coşturucu ve sakinleştirici niteliği bedende farklı etkiler
yaratmaktadır. Hirokawa adlı bir araştırmacı 18 ergen üzerinde coşturucu ve
hareketli müziğin mutluluk kimyasallarından nörepinefrini artırdığını tespit etmiştir
(Hirokawa’dan aktaran Tütem, 2009:çevrimiçi). Öte yandan gevşetici müziğin stres
hormonlarından olan kortizolü azalttığı bildirilmiştir (Khalfa, Bela vd. 2003’ten
aktaran Tütem, 2009:çevrimiçi). Ayrıca birçok araştırma strese bağlı tansiyon
yüksekliği yaşayan hastalarda müziğin olumlu etkisinin olduğunu göstermiştir
(Chafin, Roy vd. 2004’ten aktaran Tütem, 2009:çevrimiçi).
Hoşa gitmeyen müziğin etkilerinin incelendiği bir araştırmada, kişilere hoşa
giden ve gitmeyen müzikler dinletilmiş ve kan serotonin miktarı ölçülmüştür.
Serotonin beyinde bulunan aracı maddelerden olup mutlulukla yakından ilişkilidir.
Bu madde eksildiğinde depresyon ortaya çıkmaktadır. Sonuçta hoşa gitmeyen
müziğin kandaki serotonin miktarını azalttığı tespit edilmiştir (Evers, Suhr,
2000’den aktaran Tütem, 2009:çevrimiçi).
Müzik koruyucu ruh sağlığı açısından da önemli etkilere sahiptir. Beyni ve
bedeni strestesin etkilerine karşı korumaktadır. 28 sağlıklı kişi üzerinde müzikterapi
öncesinde ve sonrasında duygudurum ve kortizol seviyelerinin ölçüldüğü bir
araştırmada, 13 haftalık bir uygulamadan sonra duygudurum olumlu yönde
etkilenmiş ve kortizol seviyesi düşmüştür (McKinney, Antoni vd. 1997’den aktaran
Tütem, 2009:çevrimiçi).
Müzik strese bağlı bedensel tepkileri azaltmada da etkilidir. Özellikle tıbbi
ve cerrahi girişimde bulunulan hastalarda strese bağlı çarpıntı, kan basıncı
yükselmesi ve kalp hızı artışı gibi bulguların müzikterapi girişimiyle düzeldiği
139
saptanmıştır. Kolonoskopi yapılan hastalardan bir gruba işlem esnasında müzik
dinletilmiş, bir gruba da dinletilmemiş. Müzik dinletilmeyen grupta strese bağlı kalp
hızı artışı ve kan basıncı yüksekliği tespit edilmiş, müzik dinleyen grupta ise hem
kalp hızı hem de kan basıncı normal değerlerde seyretmiş, sıkıntının azaldığı
gözlenmiştir (Smolen, Topp vd. 2002’den aktaran Tütem, 2009:çevrimiçi.).
Lokal anestezi ile ameliyat edilen kişilerde kendi seçtikleri müziğin
dinletilmesi sonrasında daha az sıkıntı, daha iyi bir kalp hızı ve kan basıncı
saptanmışken müzik dinletilmeyenlerde aynı etki elde edilememiştir (Mok, Wong,
2003’ten aktaran Tütem, 2009:çevrimiçi).
Müzikal çalışmalar kas gevşemesine, düzgün ve etkili solunuma da katkıda
bulunmaktadır. Streste deri direnci artar ve deri ısısı düşer. Uygun müzik bu
değişiklikleri kontrol edebilmektedir (Bernardi, Porta vd. 2006’dan aktaran Tütem,
2009:çevrimiçi).
Bir fonksiyonel MR çalışmasında polifonik müzikle istirahat eden bireylerde
beyin kabuğunun ön ve yan bölgelerinde (frontal, temporal, pariyetal) kan akımı
artışı olduğu ve sonuçta dikkat, hafıza, anlamlandırma ve hedefe yönelme
fonksiyonlarının arttığı gözlenmiştir (Janata, Tillmann vd. 2002’den aktaran Tütem,
2009:çevrimiçi).
Müziğin yukarıda sıralanan biyolojik etkilerinin sonucu olarak birçok
duygusal etkisinin olduğu ve bu etkilerin tempo, ritim, melodi gibi unsurlara bağlı
olarak değiştiği bilinmektedir. Şu ana kadar bahsedilen biyolojik etkiler, biyolojinin
pozitif bir bilim olması nedeniyle deneyler sonucu kanıtlanmış bilimsel
gerçeklerden derlenmiştir. Ancak psikolojinin sosyal bilim olması,
değerlendirmelerin en çok kabul gören bilgiler çerçevesinde yapılmasına imkan
vermektedir. Şu bir gerçektir ki, müziğin duygusal etkileri kişinin yaşamsal
tecrübeleri ve ruh haline göre değişkenlik göstermektedir. Ancak bu çalışmada
140
bahsedilen duygusal etkiler, öznel unsurlara değil çoğunluk tarafından kabul gören
nesnel genellemelere dayandırılmıştır.
(2) Psikolojik ve Duygusal Etkiler
Film müziğinin psikolojik etkileri iki ana başlık altında incelenebilmektedir.
Bunlarda ilki müziğin, görüntüye bağlı kalmaksızın yaptığı etkiler, diğeri ise
görüntüye bağlı olarak elde edilen psikolojik etkilerdir. Birinci tür etkide
görüntünün hiçbir rolü olmamakla beraber, bu etkiyi yaratan müziği oluşturan
seslerin algılama üzerindeki etkilerinden kaynaklanmaktadır. İkinci tür etkilerde ise
müzik perdedeki etkilerle etkileşim halindedir. Burada müzik, daha çok sahnelerin
yorumlanmasında yönlendirici ve destekleyici bir rol oynamaktadır (Konuralp,
2004:94). Müziğin bu görüntüyle eşleşen ikinci tür etkisi, birinci tür etkisiyle
doğrudan ya da dolaylı bir etkileşim halindedir.
i. Müziğin Görüntüden Bağımsız Duygusal Etkileri
Müziğin yükseklik, genlik ve tını gibi fiziksel özelliklerine bağlı olarak
dinleyicide meydana getirdiği çeşitli etkiler en genel şekliyle şöyle sıralanabilir
(Konuralp, 2004:93):
• Belli bir şiddetin üzerindeki sesler insanı rahatsız etmekte ve hatta acı bile
verebilmektedir.
• Yüksek perdeli sesler, küçük ve hafif duygusu; alçak perdeli notalar ise ağır,
büyük gibi duygular oluşturmaktadır.
• Frekanstaki kaymalar, çıkış ve düşüş hissi uyandırmaktadır.
141
• Yine frekansta yukarı doğru tırmanış, genliğin de artmasıyla birlikte, artan bir
tedirginlik, aşağıya doğru frekansla birlikte, artan bir tedirginlik, aşağıya doğru
frekansla birlikte genliğin azalması rahatlama hissi verir.
• Frekanslar ve genlikler aynı bile olsa, tını değişmesi insanda farklı izlenimler
bırakır.
Sesin yükseklik derecesinin etkileriyle ilgili Juslin (1997), yüksek sesli
müziğin yoğunluk, güç, kızgınlık, gerilim ve neşe, alçak sesli müziğin ise
yumuşaklık, hassasiyet, üzüntü, ağırbaşlılık ve korku gibi duygularla
eşleştirilebileceğini belirtmiştir. Sesin yükseklik seviyesindeki hızlı değişimleri
eğlenceli, az değişim ya da hiç değişim olmamasını ise üzüntülü, barışçıl, ya da
saygın sıfatlarıyla tasvir etmiştir. Bunun yanında Hevner (1935) yüksek sesli çalınan
akorlar ve yüksek perdeli akorların, düşük sesli çalınan ve düşük perdeli akorlara
göre modaliteden bağımsız olarak daha fazla mutluluk duygusu uyandırabildiğini
söylemiştir (aktaran Kutlay, 2007:20). Bu görüşler doğrultusunda söylenebilecek en
doğru şey, müziğin yüksek sesli çalınmasının duygularda ve duygu yoğunluğunda
önemli derecede değişikliğe sebep olduğudur.
ii. Müziğin Armonik Açıdan Duygusal Etkileri
Müziğin dinleyicisinde bir de tempo, melodi, armoni ve ritme bağlı olarak
meydana getirdiği etkiler vardır. Bu konuda yapılan birçok araştırmanın
sonuçlarından elde edilen bulgular en genel hatlarıyla şu şekildedir: Hızlı müzik
yavaştan daha neşelidir ve tercih edilen tempo birimi dakikada 70 ile 110 vuruştur.
Hızlı bir tempo bir diyalog, bir resim ya da herhangi bir sahnede aksiyonun hızını
artırıyormuş etkisi uyandırırken yavaş bir müzik dramatik tempoda azalma etkisi
yapar. Keskin ritimler daha ciddi bir hava yaratırken yumuşak ritimler daha oyunlu
ve hayali, eşit olmayan ritimler ise elit ve asil izlenimler bırakmaktadır. Majör
142
tonalite neşeliyken, minör tonalite hüzünlü ve esrarengizdir. Konsonant armoniler
açık ve berrak, dissonant armoniler ise acıklı, ajite ve üzüntülüdür.19 Forte daha
heyecan verici, piyano sakinleştiricidir. Cook (1959), müziğin aralıklar bazında
farklı duygusal etkilerini armonik açıdan şu şekilde sınıflandırmıştır (aktaran
Kutlay, 2007:16):
Tonik akor: Duygusal olarak nötraldir; final hissi uyandırır.
Minör ikili: Minör ortamda toniğe doğru yarı tonal tansiyondur: ruhsuz acı, keder
ve melankoli hissi uyandırır.
Majör ikili: Geçiş notası olarak kullanıldığında duygusal ifade nötralken, majör
ortamda toniğe doğru tam tonal tansiyon; memnuniyet ve final hissi yaratır.
Minör Üçlü: Uyumlu fakat doğal üçlünün depresif halidir; trajedi, acıya
katlanarak kabul etme hissi verir.
Majör Üçlü: Uyumlu, doğal üçlüdür; neşe, mutluluk tasvir eder.
Majör Beşli: Dışa dönük, aktif ve neşeli bir akordur.
Minör Beşli: Süregelen bir acının ifadesi, duygusal bir acı çekme, şikayet etme,
kötü kaderi protesto etme gibi duygular uyandırır.
iii. Akorların Ruhsal Anlamları
Akorların ruhsal anlamları ise şu şekilde belirlenmiştir (Polat,
2009:çevrimiçi):
Do Majör: Tamamen saftır. Karakteri masumiyet, basitlik, saflıktır.
Do Minor: Aşkın ilanı ve aynı zamanda mutsuz bir aşkın kederi. Bu anahtarın özünde
zayıf düşmüşlük, özlem, umutsuz aşığın iç çekmesi yatar.
19 Konsonant armoniler uyumlu, dissonant armoniler ise uyumsuz armonilerdir.
143
Re bemol Majör: Kurnazlığı andıran bir anahtardır. Gülmez ama gülümser; ağlamaz
ama yüzünü buruşturur. Sonuç olarak, bu anahtarla sadece alışılmışın
dışındaki karakterler anlatılabilir.
Re Majör: Zafer marşlarının, ilahilerin, savaş çağlıklarının anahtarı… Bu yüzden,
davetkar senfoniler, marşlar, tatil şarkıları ve ilahiler bu anahtarla
yazılmıştır.
Re Minör: Melankolik bir kadınsılık, huysuzluk ve gülünçlük ifade eder.
Re diyez Minör: Ruhun en derin kederlerinin, ümitsizliğin, en kötü bunalımın, ruhun en
kasvetli halinin verdiği endişeleri anlatır. Her korku, titreyen kalbin her
tereddütü, bu korkunç anahtarla hayat bulur. Derler ki, hayaletlerin dili olsa,
bu dilin anahtarı re diyez majör olurdu.
Mi bemol Majör: Aşkın, adanmışlığın ve Tanrı ile samimi sohbetin anahtarıdır.
Mi Majör: Bu anahtarda mutluluğun haykırışları ve sınırsız sevinç hakimdir.
Fa Majör: Sakinlik duygusu verir.
Fa Minör: Derin bir bunalım, cenaze hüznü, sefilliğin inlemesi ve ölüme özlemdir.
Fa diyez Majör: Zorluklara karşı alınan zafer, engellerin ortadan kalkmasıyla derin bir
nefes alma; şiddetle mücadele eden ve sonunda yalanları alt etmeyi başaran
ruhun yankısıdır.
Fa diyez Minör: Kasvetli bir anahtardır. Gücenme ve hoşnutsuzluk, bu anahtarın dilidir.
Sol Majör: Kırsal, güzel, lirik olan her şey, sakin ve tatminkar olan her tutku, gerçek
dostluk ve sadakat dolu aşk için sevgi dolu her minnettarlık, kalbin her nazik
ve huzur dolu hissinin anahtarıdır.
Sol Minör: Hoşnutsuzluk, huzursuzluk, başarısız olan bir plana duyulan endişe; dişlerin
huysuzca gıcırdaması; kısaca gücenme ve beğenmemeyi ifade eder.
La bemol Majör: Mezarın anahtarıdır. Ölüm, mezar, çürümek, yargılanmak, sonsuzluk
bu anahtarın özünde yatar.
La bemol Minör: Sızlanan, boğulana kadar kalbi sıkışan; feryat eden bir hüzün, zor bir
mücadele; kısaca bu anahtarın rengi zorlukla mücadele eden her şeydir.
La Majör: Bu anahtar masum aşkın ilanını, kişinin ilişkilerinden duyduğu tatmini,
ayrılırken sevgiliyi tekrar görecek olmanın heyecanını, dinç bir mutluluğu
kapsar.
La Minör: Dindar bir kadınsılık ve karakterin şefkatini kapsar.
144
Si bemol Majör: Coşku dolu aşk, açık bir bilinç, daha iyi bir dünya için umudu ifade
eder.
Si bemol Minör: Güçlü bir şekilde renkli, vahşi tutkuları duyuran, göz
kamaştıran renklerle bestelenen bir anahtardır.
Bunların yanında Juslin ve Sloboda (2004) majör tonun mutluluk
duygusunun yanı sıra şükran dolu, huzur içinde, sakin, rahat, resmi, ciddi, huşu
telkin eden, heybetli gibi duygular da uyandırdığını, aynı şekilde minör tonun da
üzüntü duygusunun yanı sıra hayalilik, gerilim, sinir, nefret, tiksinti, ağırbaşlılık gibi
duygular da uyandırabildiğini belirtmişlerdir. Gerardi ve Gerken (1995) çıkan
melodilerin mutluluk (çocuklar için geçerli değil), asalet, gerilim duygularının yanı
sıra korku, sürpriz, kızgınlık ve potansiyel içerme duygularını; inen melodilerin ise
heyecan, zarafet, güçlülük, şiddetlilik ve üzüntü, can sıkıntısı ve memnuniyet tasvir
ettiğini söylemiştir ( aktaran Kutlay, 2007:20-21).
Suç ve şiddet dolu hızlı yaşamları konu eden Pulp Fiction (1994), ana tema
müziğiyle temponun, akorların ve armoninin etkisine örnek gösterilebilir. Parçanın
coşkulu duygular uyandıran müziği incelendiğinde armonisinin majör beşli olduğu
görülebilir. Majör beşli dışa dönük, aktif ve neşeli bir armonidir. Parçanın
çoğunlukla içerdiği akorlar ise şunlardır:
A (La Majör) - D (Re Majör) - B (Si Majör)
Bu parçanın temposu oldukça hızlıdır. 182 pbm olan tempo 168 - 200 bpm
aralığına denk geldiği için Vivacissimo’dur, bu parçanın çok hızlı ve canlı olduğunu
ifade eder (Bkz. Ek-1). Bu akorlar hızlı tempolu bir parça içinde çalındığında daha
önce belirtildiği gibi aşk, heyecan, mutluluk belirten marş, tatil şarkısı havasında
parçalardır. Filmde de bu şekilde hızlı, neşeli, canlı ve aşk dolu bir hava vardır.
145
iv. Müziğin Görüntüye Bağlı Duygusal Etkileri
Müziğin görüntüyle eşleşerek yarattığı bu etkinin, birinci tür etkisiyle
doğrudan ya da dolaylı bir etkileşim halinde olduğu daha önce belirtilmiştir. Birinci
türdeki psikolojik etkiler, görüntüyle desteklendiğinde, ilk durumdaki etkiden çok
daha farklı bir etkinin ortaya çıkmayacağı yüksek bir olasılıktır. Ancak bu durum
büyük oranda görüntü ile müziğin uyumu koşuluna bağlıdır. Bu uyum ne kadar
fazlaysa, müziğin ilk durumdaki psikolojik etkisini sağlamak hatta arttırmak o kadar
mümkün olacaktır. Ancak görüntü ve müziği bir araya geldiğinde yaratacağı etkiyi
açıklamadan önce görüntü ve müziğin nasıl bir ilişki içinde olduğunu açıklamak
gerekmektedir.
Müzik her ortamda duygularla direk veya dolaylı bir ilişki içerisindedir ve
bunu çoğu zaman fark ettirmeden yapmaktadır. Bu bağlamda müzik duyguları
yönlendirerek ve arttırarak görülen ile ilgili ne hissedileceğini belirlemektedir.
Konuralp (2004)’in görüşüne göre, görme ve işitme her zaman ortak bir biçimde
faaliyettedirler.
Müziğin görüntüye ek bir öğe olması insanın yaşantısının doğal bir eylemi
olarak ortaya çıkmıştır. İnsan; gören, duyan, bunun yanında gördüklerini ve
duyduklarını yorumlayan bir canlıdır. Gözleri kapalı müzik dinleyen bir kişi dışında
herkes, müzik dinleme eylemini gerçekleştirirken bunu bir izleme eylemiyle birlikte
gerçekleştirmektedir. Şöyle ki herhangi bir ortamda edilen bir sohbet sırasında çalan
müzik, kişinin diğer sohbet ettiği kişileri izlerken dinlediği müziktir. Aynı mantıkla,
bir partide dans eden bir kişi, çalan müziği dans eden diğer kişileri izlemesi
sırasında dinlemektedir. Hatta evde yemek yaparken müzik dinleyen kişi sebzeleri
doğrayan, dışarıda alışveriş yapan kişi ise market raflarındaki ürünleri alan kendi
ellerini izlemektedir. O halde müzik dinlerken sürekli izleme halinde olan kişinin,
izlerken de müzik dinleme isteği kaçınılmaz hale gelmektedir.
146
Müziğin görüntüye eşlik etmesi gerektiği fikri, hareketli görüntünün elde
edildiği ilk yıllarda ortaya çıkmıştır. Sinematografın bulunmasından önce büyülü
fenerle yapılan (bugünkü slayt gösterilerini andıran) gösterilerde dahi gösteriye
müzik eşlik etmiştir.
Film kuramcılarının yıllar önce yaptığı araştırmalarda, izleyiciler görüntüye
ses eklendiğinde perdeyi daha aydınlık gördüklerini ifade etmişlerdir. Bu sonuç
filme eşlik eden müziğin görüntüyü daha anlaşılır kıldığının bir kanıtı olarak
düşünülebilmektedir. İzleyicilerin de müziğin bu işlevinin farkında oldukları
varsayılarak, izleyiciye filmde müzik kullanmanın ne derece gerekli olduğu sorusu
sorulmuş, müzik kullanmanın; gerekli, yardımcı, gereksiz, uygunsuz olduğuna
ilişkin seçenekler arasından uygun seçeneği seçmesi istenmiştir. Deneklerin %
59,26’sı filmde müziğin gerekli olduğunu, müzik olmadan filmin de olmayacağını
belirtmiştir. Kalan % 38,27 müziğin filmde yardımcı bir unsur olduğunu, % 1,23’ü
ise filmde müzik kullanmanın yanlış olduğunu, kullanılmaması gerektiğini
düşündükleri belirtmiştir.
Öte yandan, görüntüye eşlik eden müziğin türü, izleyiciye yönelik planlanan
amaca göre değişkenlik göstermektedir. Bahsi geçen görüntü bir sinema filmi,
televizyon dizisi, reklam filmi veya video klip olabileceği gibi, bu görüntüye eşlik
eden müzik de bu türe göre değişkenlik gösterecektir. Örneğin, genellikle kısa
planlardan oluşan ve hızlı kurguyla birleştirilmiş reklam filmlerinde, kendi hızı ve
temposuna uyacak şekilde hareketli ve hızlı ölçüde müzikler kullanılmaktadır.
Benzer biçimde, duygusal ve yavaş tempoda bir şarkı için çekilmiş bir video klipte
görüntüyle uyumlu olması için sıklıkla yavaş çekim efekti kullanılır veya klipteki
oyuncular yönetmenin yönlendirmesiyle daha yavaş hareket eder.
Müziğin görüntüye eşlik etmesinde farklı teknikler kullanılmaktadır.
Bunların içinde en yaygın olanı yukarıda bahsedildiği gibi yavaş görüntüye yavaş
müzik, hızlı görüntüye ise hızlı müziğin eşlik etmesidir. Bu durum sinemada,
televizyonda, reklamlarda ve video kliplerde büyük oranda böyledir. Müziğin
147
görüntüye küçük ayrıntılarıyla eşlik etmesi tekniğinde ise temel olarak müzik ile
görüntü arasında matematiksel bir eşleşme söz konusudur, diğer bir deyişle orkestra
görüntüdeki sesleri taklit etmektedir. Örneğin görüntüde merdivenlerden hızla inen
birisi varsa, bu görüntüye eşlik eden müzikte o kişinin adımlarıyla uyumlu bir
piyano sesi bulunmaktadır ve piyanonun tuşlarına, görüntüdeki kişinin merdivenden
inerken attığı adımlarla aynı anda basılmıştır. Bu tekniğin en belirgin örneklerine
çoğu zaman askerlerin ayak seslerinin vurmalı çalgılarla taklit edilmesi şeklinde
rastlanmaktadır. Ancak bu konuda kuramcıların farklı yaklaşımları da
bulunmaktadır.
Film ve film müziği kuramcıları, eserlerinde film müziği konu edindiklerinde
çoğunlukla müziğin görüntüyle eşleşmesini ele almışlar, bu eşleşmenin ne şekilde
olması gerektiğini irdelemişlerdir. Bu eşleşmeyi; görüntüyle çakışan müzik
kullanma veya görüntüyle çelişen müzik kullanılma şeklinde ikiye ayırmışlardır.20
v. Görüntüye Paralel Müzikle Etki Yaratma
Paralel müzikte müziğin ritmi genelde filmin ritmiyle uyum içinde
olmaktadır. Kovalamaca sahneleri hızlı tempolarla, durgun sahneler ağır tempoyla
verilmektedir. Bu durumlarda ritmin adeta sinir sistemini yavaşlatıcı bir etkisi
bulunmaktadır. Kalp atışları ve nefes alıp vermeler, çalan müziğin ritminden
etkilenmekte, bunlarda ritme bağlı olarak artış ve azalmalar görülmektedir. Bu
psikolojik etki ve perdede görülen görüntü sayesinde, izleyici filmin akış hızına
kendisini daha iyi ayarlayabilmektedir (Konuralp, 2004:96). Bu teknik seyre yönelik
filmlerde, özellikle de Hollywood Sineması’nda yaygın olarak kullanılmaktadır.
Bunun sebebi, seri üretim yapan Hollywood Sineması’nın bir bakıma kolay yolu
seçmesi olarak nitelendirilebilir. Çünkü bu tür kullanımda müzik görüntüyü sonuna
20 Farklı bir grup ise filmde müzik kullanılmaması gerektiğini söylemişse de, bu grup film müziklerinin etkileriyle ilgilenen bu çalışmanın kapsamı dışında tutulmuştur.
148
kadar destekleyici konumdadır. Paralel giden görüntü ve müzik, bu kullanımda
birbirlerine güç vermekte, etki en pratik yoldan arttırılmaktadır.
Paralel müzik, karakterlerin ruh halini ve hareketlerini aktarma, izleyicinin
algılama sürecini kolaylaştırma çabasındadır. Bir bakıma izleyiciye, izlediği
görüntüler karşısında ne hissetmesi gerektiğini söylemektedir. Daha önce anket
kapsamında sonucunda bahsedilen bir soru bu noktada tekrar hatırlatılabilir. Gerilim
sahnelerinde, sadece müzik nedeniyle gülebilecek izleyicilerin oranı % 49,38 olarak
ölçülmüştür (Bkz Ek-2).
Görüntüye paralel olan müzik olgusuyla ortaya çıkan iki müzik kullanım
biçiminden biri daha önce besteci Max Steiner ile ilgili başlık altında anlatılan
Mickey Mouselama tekniği ile mümkün olduğunca perdede olan her hareketi
müzikle taklit etme çabasıdır. Bu teknikte, müziğin görüntüye küçük ayrıntılarıyla
eşlik etmesi söz konusudur. Temel olarak müzik ile görüntü arasında matematiksel
bir eşleşme söz konusudur, diğer bir deyişle orkestra görüntüdeki sesleri taklit
etmektedir. Örneğin görüntüde merdivenlerden hızla inen birisi varsa, bu görüntüye
eşlik eden müzikte o kişinin adımlarıyla uyumlu bir piyano sesi bulunmaktadır ve
piyanonun tuşlarına, görüntüdeki kişinin merdivenden inerken attığı adımlarla aynı
anda basılmıştır. Bu tekniğin en belirgin örneklerine çoğu zaman askerlerin ayak
seslerinin vurmalı çalgılarla taklit edilmesi şeklinde rastlanmaktadır. İlk dönem
Disney filmlerinde (Silly Symphonies serisi) mickey mouselamak şeklinde ifade
edilmiştir.
Film müziğinin altın çağını başlattığı kabul edilen Steiner; filmlerinde adeta
kişileri, mekanları ve nesneleri bir müzikal cümle ile birleştirmiştir. Aynı dönemin
başarılı bestecisi Alfred Newman ise, Steiner’ın aksine mickey mouselama tekniğini
sanatsal açıdan doğru bulmamıştır. Onun spesifik ana motiflerinin tersine Newman,
sahnelerin ruh hallerinden ve gereksinimlerinden yola çıkmayı tercih etmiştir. Bu
amaçla, görüntüyü müzikle taklit etmek yerine, görüntüdeki duyguyu müzikle
destekleyen bir kullanım şeklini benimsemiş; senfonik müzik, yaylı çalgılar ve
149
abartılı titreşim kullanarak sahnelerin duygusunu arttırmayı hedeflemiştir (Tonks,
2006:17). Film müziğinin altın çağında, iki bestecinin bu iki farklı kullanım şekli ve
Newman’ın müziği duygusal etkiyi arttırıcı bir öğe olarak kullanması film müziği
tarihi açısından önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir. Çünkü bu noktada
müziğin; görüntüye eşlik etmesinin, uyum sağlamasının ötesine geçtiği
görülmektedir. Artık müzik karşımıza, sadece sahneyi destekleyen değil, sahnedeki
etkiyi arttıran ve hatta etkiyi yaratan öğe oloarak çıkacaktır.
Müziğin görüntüye paralel kullanımının diğer şekli ise yine daha önce
“müziğin işlevleri” kapsamında belirtilen kahramanlara, mekanlara ve duygulara
özel beste yapılması tekniği olan Leitmotive kullanma tekniğidir. Bu teknikte
amaçlanan, müziğin duyulduğu anda; bir karakteri, olayı, mekanı veya duyguyu
çağrıştırmasıdır. Müzikten direk olarak yardım alınan bu teknik, belki de müziğin
işlevsel yönünün en çok ağır bastığı tekniktir. Bu noktada müziği diğer işlevlerinin
de ötesinde bir misyon yüklenmekte ve müzik “olmazsa olmaz” bir konuma
getirilmektedir.
Müziği, leitmotive şeklinde kullanımıyla örneklendirmek gerekirse Nuri
Bilge Ceylan’ın, Mayıs Sıkıntısı adlı filmiyle ilgili bir görüşmede söylediği şu sözler
aktarılabilir (Köstepen, Yücel vd. 2009:çevrimiçi):
“…Mahmut eski karısının evine bakmaya gittiğinde, önce o evin kimin evi
olduğunun anlaşılamayabileceği korkusuna kapıldım ve müziği onu
çağrıştırması için koydum. Çünkü başlangıçta o sahnenin yeri eski eşiyle
konuşmasının arkası değildi. Evli sevgilisi ve kocasına rastladığı sahnenin
ardındaydı. Sevgilisinin evine gitti zannedilebilirdi…”
150
vi. Görüntüye Zıt Müzikle Etki Yaratma
İnsan psikolojisinin uyum gösterme ve bağdaştırma eğiliminden ilham alarak
üretilen counterpoint adındaki bu teknik Sergei Eisenstein tarafından ortaya
atılmıştır. Eisenstein her duygunun, içinde tam zıttı olan duyguyu da
barındırmasından yola çıkarak böyle bir fikir öne sürmüştür.
Eisenstein, dolaysız çözümü olan her düzenlemede, bu çözüme doğrudan
karşıt konumda, aynı ölçüde doğru ve aynı ölçüde etkileyici başka çözümler de
bulunduğunu iddia etmiştir. Bu duruma örnek olarak; bir dehşet anında kişinin
yalnızca korkusunun nedeninden kaçmakla kalmayıp, aynı zamanda büyülenmiş
gibi korku kaynağına doğru sürüklenmesini göstermiştir. Aynı şekilde, eğer bir
rolün belirli bir anı çılgınca bir çığlık gerektiriyorsa, çığlıkla yaratılan etkinin,
zorlukla duyulabilecek bir fısıltıyla da yaratılabileceğini öne sürmüştür (Eisenstein,
1993:90).
Eisenstein’ın bu görüşü film müziği tekniğine uyarlandığında, daha önceden
verilen bir örnek hatırlatabilir. Müziğin gerilim verme işlevi açıklanırken verilen
Kill Bill Volume 2 ve Elm Sokağında Kabus örneklerinde, ıslıkla çalınan neşeli bir
melodiyle ve çocukların oyun oynarken söylediği bir şarkıyla belki de gerilim verici
bir müzikten çok daha etkili olunmuştur.
Eisenstein’ın görüşüyle desteklediği bu tekniği Türkiye’de yönetmenliğini
Nuri Bilge Ceylan’ın yaptığı Mayıs Sıkıntısı adlı filmde görüldüğü söylenebilir.
Ceylan fon müziğine çok dikkatli yaklaşmakta, müziği seyirciyi etkilemek için
kullanmamaya özen göstermektedir. Mayıs Sıkıntısı’nda belli sahnelerde klasik
müzik kullanırken belli bir duyguyu arttırmak için kullanmadığını, aksine müziği
ilgisiz sahnelere koyarak bu tekniğe karşı bir duruş sergilemeye çalıştığını
belirtmiştir (Ceylan, 2003’den aktaran Daldal, 2003-2004).
151
Eisenstein bu görüşlerini açıklarken, aynı zamanda paralel tekniğin bu
tekniğe göre daha alışılmış ve satılabilir olduğunu, bu tekniğin kolaylıkla
benimsenmeyeceğini de belirtmiştir (1993:91). Bu bağlamda, bir önceki teknik
açıklanırken, tekniğin seyre yönelik filmlerde, özellikle de seri üretim yapan
Hollywood Sineması’nda yaygın olarak kullanılmasının sebebi de açıklanmış
olmaktadır.
O halde, paralel veya zıt olsun filmde etkiyi yaratmak için müzik
kullanılması gerektiği yaygın olarak kabul görmüş bir görüştür. Bunun aksine
filmde müziğin kullanmaması gerektiğini destekleyen görüş de dikkat çekmektedir.
Aslında iki teknik de filmin izleyiciyi etkilemesi amacını gütmektedir. O halde bu
etkinin yaratılabilmesi için müziğin kullanılması gerekip gerekmediği tartışması
ortaya çıkmaktadır. İzleyicinin bu konudaki görüşü merak edilerek araştırma
kapsamında yapılan anket çalışmasında, deneklere müziksiz bir film izlemek isteyip
istemedikleri sorusu yöneltilmiş, deneklerin % 83,95’i müziksiz bir film izlemek
istemeyeceklerini belirtmiştir. Bu yüksek oran göstermektedir ki, izleyici filmde
müziğin kullanılmasını büyük oranda istemektedir (Bkz Ek-2).
152
SONUÇ
Müziğin dinleyenler ve hatta duyanlar üzerinde önemli derecede psikolojik
etkisinin olduğu, bilimsel araştırmalarla kanıtlanmış bir gerçektir. Farklı modlardaki
müzik, insan beyninin farklı bölgelerine etki ederek, bu yolla çeşitli duygusal
değişikliklere yol açmaktadır. Öyle ki, müzik bu güçlü etkisiyle dünyada ve
Türkiye’de yaygın olarak birçok hastalığın tedavisinde dahi kullanılmaktadır.
Sinema, müziğin kanıtlanmış bu psikolojik etkisinden büyük ölçüde
yararlanmakta, müziği filmde görüntüye paralel veya zıt şekilde kullanarak filmin
ve sahnelerin izleyici üzerindeki duygusal etkilerini arttırmayı amaçlamaktadır. Bu
yola sıklıkla başvurması ise sinemanın doğuşundan kısa bir süre sonra “film müziği”
olgusunu ortaya çıkarmıştır.
Film müziklerinin kullanılış şekli ve işlevleri, zaman içinde sinemadaki
sanatsal ve sektörel değişimlere bağlı olarak gelişme göstermiştir. Önceleri gürültülü
film makinelerinin seslerini örtmek, sessiz filmlerin sıkıcılığını gidermek amacıyla
kullanılan müzik, zaman içinde anlamla ilişkilendirilir olmuş ve görüntüyü
destekleyecek şekilde, görüntüdeki duyguya yakın müzikler kullanılmaya
başlanmıştır. İyi seçilmiş müziklerin, izleyici üzerindeki duygusal etkileri
görüldüğünde; görüntüdeki duyguya yakın olan hazır müziklerle yetinilmeyerek,
filme ve sahnelere özel besteler yapma ihtiyacı doğmuştur. Bu durum ise “film
müziği besteciliği” kavramını ortaya çıkarmıştır. Bu dönemde, müziğin filmde
kullanımındaki farklı yaklaşımlarıyla birçok besteci, günümüze kadar gelen başarılı
film müziği besteleri yapmışlardır.
Film müziklerinin ticari işlevi yolundaki ilk adım, film müziği bestecileri ile
atılmıştır. Zamanla bestecilerin öneminin farkına varan büyük film stüdyoları,
bünyelerinde müzik daireleri oluşturmaya başlamıştır. Bu müzik dairelerinde
orkestralar eşliğinde kaydedilen film müzikleri, beğenilerek zamanla albüm şeklinde
153
piyasaya sürülmüştür. Çoğu zaman filmle birlikte, kimi zaman ise filmden bağımsız
olarak ün yapan film müziklerinin müzik listelerine üst sıralardan girmesiyle,
soundtrack albümleri yüksek satış rakamlarına ulaşmıştır. Bunun yanında birçok
şarkı filmle bütünleşerek hem bir tanıtım aracı olarak kullanılmış, hem de üstünden
zaman geçse dahi duyulduğu anda filmi hatırlatacak duruma gelmiştir. Bu işlev, film
müziğinin sayılabilecek birçok işlevinden sadece bir tanesidir.
Film müziklerinin bu çalışmada ortaya konulan diğer önemli işlevleri ise
şunlardır:
- Konunun içine çekme ve tempoyu sağlama
- Tanıtma ve betimleme
- Filmi ve konusunu çağrıştırma
- Görüntüyle bütünleşerek beğeniyi arttırma
- Çerçeveleme
- Doruk noktalarını belirleme
- Psikolojik ve duygusal etki yaratma
Diğer yandan filmin çeşitli bölümlerinde ve farklı şekillerde kullanılan
müziklerin, film içinde üstlendiği roller ise şu şekilde tespit edilmiştir21:
- Coğrafya belirtici müzik
- Anlamı destekleyici
- Atmosfer belirten
- Duyguyu destekleyici
- Vurgulayıcı
- Doldurucu
- Geçişi sağlayıcı
- Canlılığı vurgulayıcı
21 Çalışmanın son bölümü olan kuramsal bölümde film müziğinin bu işlev ve rolleri,
açıklamaları ve filmlerden çeşitli kullanım örnekleriyle birlikte açıklanmıştır.
154
- Kurguyla eşleştirilmiş
- Gerilim hissettiren
- Doğallık hissi veren
- Zamanın geçtiği duygusu veren
- Kültürü yansıtıcı
Müziğin, filmdeki duygusal etkiyi yaratmada en büyük rolü oynadığı
iddiasıyla ortaya çıkan bu çalışma, psikolojik ve duygusal işlevi üzerinde
yoğunlaşmıştır. Çalışmada öznel olgulardan bağımsız olarak ele alınan bu duygusal
işlevin, müziğin psikolojik etkilerinin bir sonucu olarak ortaya çıkışı incelenmiştir.
Müziğin psikolojik etkileri, tempo, melodi, armoni, ritim, yükseklik, genlik,
tını gibi birçok etkene göre değişkenlik göstermektedir. Bunların içinde biyolojik
araştırmalarla da desteklenmiş olan en önemli etkenin tempo olduğu sonucuna
ulaşılmıştır. Hızlı temponun neşeli, yavaş temponun ise hüzünlü olduğu yaygın
olarak bilinen bir gerçektir. Film müziklerinin en genel kullanımının bu gerçekten
yola çıkılarak, neşeli sahneler için hızlı tempo, hüzünlü sahneler için yavaş tempo
şeklinde olduğu görülmüştür.
Tempodan öteye geçildiğinde ise, müziğin ifade ettiklerinin ve
hissettirdiklerinin armoni ve akorlara göre; mutluluk, neşe, memnuniyet, üzüntü,
şikayet, ümitsizlik, huysuzluk, cesaret, sakinlik vb. gibi birçok duygu olabileceği
görülmüştür. Bu noktada film müzikleri, filmin anlatmak istediklerine göre
temponun yanı sıra, bu armoni ve akorlardan uygun olanı parça içinde ağırlıklı
kullanarak, hissettirdiği duygusal etkilerden yararlanmaktadır. Bu kullanımı besteci
çoğu zaman farkında olmadan, müzik kulağı ve tecrübesi çerçevesinde, uygun
tempo, armoni ve akorları seçerek gerçekleştirmektedir.
Bu bağlamda, bir filmde kullanılacak müziklerin rasgele seçilmesi filmin
başarısını şansa bırakmaktan başka bir şey olmayacaktır. Bir karakterin saflığının
155
ifade edileceği bir sahnede, saflığı ifade eden do majör ağırlıklı bir parça yerine,
kurnazlığı ifade eden re bemol majör ağırlıklı bir parça kullanmak karakterin yanlış
tanıtılmasına sebep olacaktır. Filmin başarısını etkileyebilecek ya da mesajı,
iletilmek istenenin uzağına taşıyacak bu gibi durumların önüne geçilmesi için film
müziği besteleyen kişinin, müzikolojinin araştırma kapsamında olan bu tarz bilgileri
edinmesi yerinde olacaktır.
Bu şekilde, sahnelerin duygusuna ve filmin anlatı yapısına uygun parçalar
bestelenmesi veya uygun mevcut parçaların kullanılmasıyla müzik, filmde duygusal
işlevini yerine getirmekte; bir bakıma izleyiciye nerde, ne hissetmesi gerektiğini
söylemektedir. Hatta çoğu zaman müzik sahneden önce gelerek, izleyiciyi sahnenin
duygusuna hazırlamaktadır. Bunun yanında, müziği duygusuna göre kullanmamak
da farklı bir bakış açısının ortaya çıkardığı farklı bir tekniktir. Müziğin filmde bu
şekilde görüntünün ötesinde bir etki yaratmasının doğru olup olmadığı farklı
çalışmalara konu olabilecek bir tartışma konusudur. Bu çalışmaya konu olan ise bu
etkinin varlığıdır.
Müziğin sözü edilen duygusal işlevine ve sahnelerin izleyicide yarattığı
duygusal etkiye katkısını araştırmak amacıyla yapılan anket çalışmasında, müziğin
bu etkisi ölçülmeye çalışılmış, tahmin edilene yakın sonuçlar elde edilmiştir.
Sonuçlara göre, filmdeki en etkileyici öğenin müzik olduğunu düşünen % 7,41’lik
kesimin yanında % 65,43’lük büyük bir kesim en etkileyici öğenin hikaye ve
senaryo olduğunu düşünmektedir. Bu durumda, film müziğinin etkileyiciliği
bağlamında ortaya atılan iddianın çürütüldüğü söylenebileceği gibi; bu oranların
sebebinin, film müziğinin “dinlemeden duyulan müzik” olması ve izleyiciyi fark
ettirmeden etkilemesi olduğu da iddia edilebilecektir. Nitekim müzikoloji
araştırmaları ve anketin diğer sorularına verilen cevaplar bunun ikinci şekilde
olduğunu doğrulamaktadır.
Bu etkiyi doğrulayan sonuçlardan biri de, deneklere sorulan, “normalde
etkilenmeyecekleri bir sahneden müzik sayesinde etkilenip etkilenmeyecekleri”nin
156
sorulmasıyla ortaya çıkmıştır. Buna olumlu cevap veren deneklerin oranı %
79,01’dir ki bu müziğin, sahnelerin izleyici üzerindeki etkisini arttırdığını
kanıtlayabilecek kadar yüksek bir orandır.
Müziğin sahnelerdeki duyguyu arttırmasının yanı sıra, duyguyu değiştirdiği
de bir gerçektir. Farklı bir müzik eşliğinde izlendiğinde romantizmi çağrıştırabilecek
bir sahne, aynı hareketi farklı bir müzikle eşleştirerek komik bir duruma getirilebilir.
Bu konuda deneklere yöneltilen kapalı uçlu bir soru da “gerilim yüklü bir sahnenin
sırf müziği nedeniyle kendilerini güldürüp güldüremeyeceği”dir. Bu soruya %
49,38’lik bir oran gerilim yüklü bir sahneyi sırf müziği nedeniyle komik
bulabileceğini söylemiştir.
Müziğin sahnedeki duyguyu arttırmasına ilişkin en dolaysız soru ise müziğin
sahnelerdeki duygusal işlevinin direk olarak sorulduğu sorudur. Bu soruya müziğin
etkisiz olduğu veya azaltıcı bir etkiye sahip olduğu şeklinde cevap veren olmamıştır.
Daha da dikkat çekici olan % 13,58’lik oranın sahnede asıl duyguyu veren öğenin
müzik olduğunu, % 86,42’lik oranın ise sahnenin duygusunu destekleyerek etkisini
arttırdığını düşündüklerini belirtmiş olmasıdır. Bu rakamlar belki de çalışmada
hipotezi destekleyen en çarpıcı rakamlar olmuştur. Bu şekilde çarpıcı olarak
nitelendirilebilecek bir diğer sonuç da “müziksiz bir film” fikrini
benimseyemeyeceğini söyleyen % 83,95’lik orandır.
İrdelenen diğer bir konu filmde müzik kullanmanın ne derece gerekli olduğu
olmuştur. Bu soruya müziğin kullanılmaması gerektiği şeklinde yanıt veren oran %
1,23’tür. Kalan % 59,26’lık oran müziğin gerekli olduğunu, %38,27’lik oran ise
müziğin yardımcı olduğunu düşünmektedir.
Bunların dışında etkilendikleri bir filmden sonra, film müziğine bir şekilde
ulaşıp dinleyen deneklerin oranı % 96,30, normalde beğenmeyeceklerini
düşündükleri bir şarkıyı filmin içinde dinlediklerinde beğendiklerini söyleyen
157
deneklerin oranı % 64,20, müziğin kendilerini filme kaptırmalarını sağladığını
söyleyen deneklerin oranı ise % 66,67’dir.
Televizyon dizilerine yönelik sorulan sorulara ilişkin sonuçlara göre,
deneklerin % 90,12’lik bir kısmı müziğin dizilerde etkileyici veya destekleyici bir
unsur olduğunu belirtirken, dizi izlerken müziklere çoğu zaman dikkat ettiğini
belirten deneklerin oranı ise % 66,67’dir.
Sonuç olarak, araştırmaya konu edilen psikolojik araştırmalar ve müzikoloji
araştırmaları film müziğinin; yarattığı psikolojik ve duygusal etkiler sonucunda
izleyicinin filmden zevk almasını, duygularını harekete geçirerek filmin etkisi
altında kalmasını ve hatta daha sonra duyduğunda filmi tekrar hatırlamasını
sağladığını doğrulamaktadır. Bunun yanında bu araştırma kapsamında yapılan anket
sonuçlarına göre, denekler de film müziğinin filmdeki bu duygusal açıdan etkileyici
ve destekleyici rolünü doğrulamıştır.
158
KAYNAKÇA
Adanır, Oğuz: “İşitsel ve Görsel Anlam Üretimi”, İstanbul, +1 Kitap, Ağustos
2007.
Adlim, Güzide: “Türkiye'de Televizyon Yayınlarının Türk Müzik Kültürüne
Etkileri”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo Televizyon ve
Sinema Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, 1994.
Akcan, Abdülkadir: “Müziğin Gücü”, çevrimiçi,
http://www.beethovenlives.net/index.asp?ID=310, 2009.
Alemdar, Korkmaz ve İrfan Erdoğan: “Başlangıcından Günümüze İletişim
Kuram ve Araştırmaları”, Ankara, MY Yayınları, 1998.
Alpagut, Uğur: “Kim Kapattı Şu Müziği”, Gençlerin Müzik Üzerine Yazıları,
İstanbul, Müzik Ansiklopedisi Yayınları, 2004.
Ana Britannica: İstanbul, Ana Yayıncılık, 16. cilt, 1989.
Andrew, J. Dudley: “Sinema Kuramları”, çeviren İbrahim Şener, İstanbul,
İzdüşüm Yayınları, 2000.
Asinema: “1990 Sonrası Türk Sineması ve Türkiye’de Bağımsız Sinema”,
çevrimiçi, http://asinema.wordpress.com/2007/07/17/1990-sonrasi-turk-sinemasi-ve-
turkiyede-bagimsiz-sinema-1bolum/, 17 Temmuz 2007.
159
Bayır, Dilan: “Can Erdoğan, Film Festivali kapsamında 3 bölümlük film müziği
dersi verdi”, çevrimiçi, http://e-gazete.anadolu.edu.tr/ayrinti.php?no=3405, 11
Mayıs 2007.
Bazin, André: “Sinema Nedir?”, çeviren: İbrahim Şener, İstanbul, İzdüşüm
Yayınları, 2000.
Beethovenlines: “Yalçın Tura (1934-…)”, çevrimiçi,
http://www.beethovenlives.net/yalcin_tura.htm, 2009.
Bek Mine Gencel ve Deirdre Kevin, “Pazarın Düzenlenmesi, Erişim ve Çeşitlilik
Bakımından Evrupa Birliği ve Türkiye’de İletişim Politikalarının
Değerlendirilmesine Giriş”, Ankara, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi, 2005.
Bektaş, Süleyman, “Türkiye'de Müzik Videosu Açısından Müzik Yapım
Şirketleri ve Müzik Televizyonu İlişkisi Bir Örnek: MMC TV”, İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo Televizyon ve Sinema Anabilim Dalı
Doktora Tezi, İstanbul, 2008.
Beyazperde: “Türkiye’nin Sinema Rehberi”, çevrimiçi,
http://beyazperde.mynet.com/mesaj/193686, 2009.
Burton, Graeme, “Görünenden Fazlası”, Medya Analizlerine Giriş, çeviren Nefin
Dinç, İstanbul, Alan Yayıncılık, 1995.
Büyük Larousse: “Sözlük ve Ansiklopedi”, İstanbul, Interpress Basın veYayıncılık,
20. cilt, 1986.
160
Campbell, Mike: “Krizdeki Amerika Sinemaya Koşuyor”, Reuters’ın Campbell
Röportajı, çeviren Sabah Kültür Sanat, Çevrimiçi,
http://kultur.sabah.com.tr/2008/12/05/sin115-10-20081205-100.html, 5 Aralık 2008.
Colombe, Casimire: “Müziğin İnsan ve Hayvanlara Etkisi”, çevirenler Mustafa
Refik, M. Salih Ergan, Ahmet Şahin Ak. İstanbul, Ötüken Neşriyat, 2006.
Çaplı, Bülent: “Medya ve Etik”, Ankara, İmge Kitabevi, 2002.
Çekiç, Selma Köksal: “Film Biçimi ve Gerçekçilik”, Hacettepe Üniversitesi Littera
Edebiyat Yazıları, çevrimiçi,
http://www.littera.hacettepe.edu.tr/TURKCE/19_cilt/20cekic.pdf, 2009.
Çelikcan, Peyami: “Müziği Seyretmek”, Popüler Müzik-Medya İlişkileri Açısından
Müzik Videosu ve Müzik Televizyonu, Ankara, Yansıma Yayınları, 1996.
Daldal, Aslı: “Gerçekçi Geleneğin İzinde Kracauer: Basit Anlatı ve Nuri Bilge
Ceylan Sineması”, Doğu Batı Dergisi, Sayı:25, Ankara, Kasım, Aralık, Ocak 2003-
2004.
Eisenstein, Sergey M.: “Sinema Sanatı”, derleyen Jay Leyda, çeviren Nilgün
Şarman, İstanbul, Payel Yayınevi, 1993.
Erdoğan, İrfan ve Pınar Beşevli Solmaz: “Sinema ve Müzik”, Materyal Satış ve
Bilinç Yönetimi İçin Bilişsel ve Duygusalın Oluşturulması, Ankara, Erk
Yayıncılık, 2005.
Evren, Burçak: “Bir sinema öyküsü Yeni Melek”, İstanbul, Yeni Melek Gösteri
Merkezi, 2004.
161
HaberTürk: “Nedim Otyam Vefat Etti”, Kültür Sanat, çevrimiçi,
http://www.haberturk.com/haber.asp?cat=190&dt=2008/03/06&id=59700, 6 Mart
2008.
Handzo, Stephen: “Film Müziğinin Altın Çağı”, Cineaste vol. XXI nos. 1-2, 1995,
Çevirenler Cem Türkeş ve Cem Kayalıgil, Sekans Dergisi, Ağustos Sayısı, 2007,
sayfa 39-47.
Hayat Ansiklopedisi: İstanbul, Doğan Kardeş Yayınları, 6. cilt, 1980.
Imdb: “Internet Movie Data Base”, çevrimiçi, http://www.imdb.com/, 2009.
İmik, Nural ve Mustafa Yağbasan: “Televizyon Dizilerinde Kullanılan
Müziklerin Genç İzleyicilerin Dizileriİzleme Oranına Etkisi”, Fırat Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo-Televizyon ve Sinema A.B.D., Yüksek Lisans
Tezi, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı 28, Sayfa 103-114.
Karakaya, Boran: “A.B.D Güdümlü Sinema Sektörünün Uluslararası İlişkilere
Etkisi”, Çevrimiçi, http://borankarakaya.blogcu.com/a-b-d-gudumlu-sinema-
sektorunun-uluslararasi-iliskilere-etkisi_37605401.html, 3 Mart 2009.
Kars, Neşe: “Televizyon Programı Yapalım Herkes İzlesin”, İstanbul, Derin
Yayınları, 2003.
Kılıçbay, Barış: “Televizyonun Müziği: Bir Eklemlenme Öyküsü”, Görüntünün
Müziği Müziğin Görüntüsü, İstanbul, Mayıs 2004.
Konuralp, Sadi: “Film Müziği”, Tarihçe ve Yazılar, İstanbul, Oğlak Yayıncılık,
2004.
162
Kutlay, Evren Bilge: “Müziğin Bir Pazarlama Elementi Olarak Tüketici
Üzerinde Duygusal, Algısal ve Davranışsal Etkileri”, İstanbul Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Müzikoloji Anabilim Dalı Doktora Tezi, 2007.
Lafferty, Peter: “İcatlar”, İcatların Ortaya Çıkış Öyküleri ve Çalışma İlkeleri,
Çeviren Nurettin Elhüseyni, İstanbul, Singapur Dizgi Ansiklopedi Yayınları, 1997.
Meydan Larousse, Büyük Lugat ve Ansiklopedi, İstanbul, Meydan Larousse
Yayınları, 3.cilt, 8.cilt, 1972.
Michael: “Her An Herşey Olabilir”, İstanbul, Nokta Yayınları, 2004.
MÜ-YAP: “Bağlantılı Hak Sahibi Fonogram Yapımcıları Meslek Birliği”,
çevrimiçi, http://www.mu-yap.org/getdata.asp?PID=245, 2009.
Müzik Fakültesi: “Müzik Terimleri Sözlüğü”, çevrimiçi,
http://www.muzikfakultesi.com/sozluk.htm:çevrimiçi, 2009.
Ok, Akın: “Film Müzikleri”, Türk Sinemasında Film Müzikleri, İstanbul, Arion
Yayınevi, Mayıs 1995.
Oskay, Ünsal: “Müzik ve Yabancılaşma”, Aristo, Huizinga ve Adorno
Açısından Bir Ön Çalışma, İstanbul, Der Yayınları, 2001.
Otacıoğlu, Sena Gürşen: “Müzik Psikolojisi”, Müziğin ABC’si, Ankara, Pegem
Akademi Yayıncılık, 2008.
Öngören, Mahmut Tali: “Senaryo ve Yapım 1”, Alan Yayıncılık, 2002.
163
Pekman, Cem ve Barış Kılıçbay: “Görüntünün Müziği, Müziğin Görüntüsü”,
İstanbul, Pan Yayıncılık, 2004.
Polat, Uygar: “Akorların Ruhsal Anlamları”, Çevrimiçi,
http://www.beethovenlives.net/index.asp?ID=299, 2009.
Pösteki, Nigar: “1990 Sonrası Türk Sineması”, Es Yayınları, İstanbul, 2004.
Strathern, Paul: “Pisagor ve Teoremi”, Büyük Fikirler, çeviren Osman Çakmakçı,
İstanbul, Gendaş Yayınları, 1997.
Scognamillo, Giovanni: “Türk Sinema Tarihi”, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2003.
Sinemafanatik: “Kült Amerikan Müzikalleri”, Çevrimiçi,
http://www.sinemafanatik.com/yabbse/index.php?board=25;action=display;threadid
=9796, 2005.
Sinema.com, “Usta müzisyen Jerry Goldsmith yaşamını yitirdi!”, Çevrimiçi,
http://www.sinema.com/makale/1-2074/usta-muzisyen-jerry-goldsmith-yasamini-
yitirdi, 2009.
SMPTE: “Film Sound History”, çevrimiçi,
http://frank.mtsu.edu/~smpte/twenties.html, 2009.
Taşbaşı, Kaan: “Türkiye’de 1990 Sonrası Müzik Endüstrisi ve Görüntü”,
Görüntünün Müziği Müziğin Görüntüsü, İstanbul, Mayıs 2004.
TDK: “Genel Türkçe Sözlük”, Türk Dil Kurumu, çevrimiçi,
http://tdkterim.gov.tr/bts/, 2009.
164
TDK: “Sinema ve Televizyon Terimleri Sözlüğü”, Türk Dil Kurumu, çevrimiçi,
http://tdkterim.gov.tr/, 2009.
Tekinalp, Şermin ve Ruhdan Uzun: “İletişim Araştırma ve Kuramları”, İstanbul,
Beta Basım, 2006.
Tekinalp, Şermin: “Camera Obscura’dan Synopticon’a Radyo ve Televizyon”,
İstanbul, Der Yayınları, 2003.
TimeTürk: “Küresel Kriz Sinema Sektörüne Yaradı”, Haber Merkezi, çevrimiçi,
http://www.timeturk.com/kuresel-kriz-sinema-sektorune-yaradi-56271-haberi.html,
3 Mart 2009.
Tonks, Paul: “Film Müziği”, Sinema Tekniği/17, çeviren Ala Sivas, İstanbul, Es
Yayınları, 2006.
Türkçe Bilgi: “Müzik Hakkında Bilgi”, çevrimiçi,
http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/M%C3%BCzik, 2009.
Tütem: “Müziğin Biyolojik Etkileri”, çevrimiçi,
http://www.tutemmuzik.com/?hbid=27:çevrimiçi, 29 Kasım 2007.
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı: “Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu”, çevrimiçi,
http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/957.html, 5 Aralık 1951.
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü,: “Telif
Hakları”, çevrimiçi,
http://www.telifhaklari.gov.tr/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFFE5C29E16A
7D380839032A597340A318, 2009.
165
Uslu, Recep: “Harry Potter'ın Anka Kuşu veya Müziğin Anka Kuşu: Kaknüs”,
Müzik Mitoloji İlişkisinden Bazı Örnekler, çevrimiçi,
http://www.edebiyatsozluk.com/sozluk.php?process=word&q=harry%20potter%20i
n%20anka%20kusu%20veya%20muzigin%20anka%20kusu, 2004.
Vikipedi, Wikipedia: “Özgür Ansiklopedi”, çevrimiçi,
http://tr.wikipedia.org/wiki/Ana_Sayfa, 2009.
166
EK-1 - MÜZİK TERİMLERİ
Müzikalite: Müziksel anlatımın belirginleştirilmesi, güçlendirilmesidir (Alpagut,
2004:13).
Tempo: Müzikte sesin süresi üzerine kurulmuş, ses hareketlerinin süre ve hızlarını
ölçmeye yarayan sistemlerin temeli. (Müzik Fakültesi, 2009:çevrimiçi). Duyumun
önemli bileşenlerinden biri olan tempo, bir müzik parçasının icra zorluğunun ve
eserle aktarılmak istenilen ruh halinin de belirleyicisidir.
Yaygın olarak kullanılan bazı ifadelerin hızlıdan yavaşa sıralanışı şu
şekildedir (Vikipedi, 2009:çevrimiçi):
Prestissimo - Aşırı hızlı (200 - 208 bpm)
Vivacissimo - Çok hızlı ve canlı Presto - Çok hızlı (168 - 200 bpm)
Allegrissimo - Çok hızlı
Vivo - Canlı ve hızlı
Vivace - Canlı ve hızlı (~140 bpm)
Allegro - Hızlı ve net (120 - 168 bpm)
Allegro Moderato - Orta derecede neşeli ve çabuk
Allegretto - Orta derecede hızlı (Allegrodan daha yavaş)
Moderato - Orta hızda (90 - 115 bpm)
Andantino - Andanteden biraz daha hızlı veya biraz daha yavaş
Andante - Yürüyüş hızında (76 - 108 bpm)
Adagietto - Tercihen yavaş (70-80 bpm)
Adagio - Yavaş ve görkemli, kararlı (66 - 76 bpm)
Grave - Yavaş ve aklı başında
Larghetto - Tercihen genişçe ve kararlı (60 - 66 bpm)
Lento - Çok yavaş (60 - 40 bpm)
Largamente/Largo - Genişçe, çok yavaş (40 bpm ve altı)
167
Tempo commodo - Rahat bir hızda
Tempo giusto - İstikrarlı bir hızda
Listesso tempo - Aynı hızda
Non troppo - Fazla değil (örn. allegro ma non troppo; hızlıca ama fazla değil)
Assai - Yeterli şekilde (örn. Adagio assai)
Con - İle (örn. andante con moto; yürüyüş hızında ve hareketli)
Molto - Oldukça, daha fazla (örn. molto allegro)
Poco - Biraz (örn. poco allegro)
Quasi - Gibi (örn. piu allegro quasi presto; allegro ancak daha hızlı, presto gibi)
tempo di... - ...in hızında (örn. tempo di valse; vals hızında, tempo di marzo/marcia;
marş hızında)
Ritim: Zaman içinde var olan müziğin yine zaman içinde belirtilmesi. Ritim
müziğin üç ana öğesinden biridir. Diğer ikisi melodi ve armonidir. Melodisiz ve
armonisiz müzik olabilir ama ritimsiz bir müzik düşünülemez. (Müzik Fakültesi,
2009:çevrimiçi).
Melodi: Ritim öğesinden yararlanarak, bir biçim için art arda çizilmiş notalar.
(Müzik Fakültesi, 2009:çevrimiçi).
Armoni (Fran. Harmonie): Akorların kuruluşu, türleri, çevrilmesi, bağlanması,
yürüyüşü ve melodi ilintileriyle uğraşan bilgi kolu. (Müzik Fakültesi,
2009:çevrimiçi). Armoni temelde ahenk, uyum anlamına gelen bir kelimedir.
Tonalite (Ton): Bir bestede ya da bir beste bölümünde bütün nota ve akorların, bir
“çıkış noktası” durumundaki notayla ilgilerini düzenleyen sistemlerin bütünü.
Tonalite, kendi başına, müzik yaratıcılığında bir amaç değil, fakat araçlardan yalnız
biridir. (Müzik Fakültesi, 2009:çevrimiçi).
168
Tonalite, bir ton (ör: do) ve bir mod (ör: majör) un bileşiminden oluşur.
Böylece eserin tonalitesi "do majör" olarak adlandırılır. Bu durumda ton, sadece
parçanın kendine merkez alındığı müzik perdesinin adını temsil etmektedir.
Diyez: Bir notayı yarım aralık tizleştiren işaret. (Müzik Fakültesi, 2009:çevrimiçi).
Bemol: Bir notayı yarım aralık kalınlaştıran işaret. (Müzik Fakültesi,
2009:çevrimiçi).
Perde: Bir müzik parçasını oluşturan seslerden her birinin kalınlık veya incelik
derecesidir. Bu ses derecelerini sağlamak için çalgılarda bulunup parmaklarla
basılan yer. (Türkçe Bilgi, 2009:çevrimiçi).
Akor: En az üç ayrı sesin bir arada tınladığı ses kümesidir. Bu üç sesin nasıl
yapılanacağı yani üst üste konulacağı yapılan müziğin stiline veya müzikte o anda
yaratılmak istenen etkiye göre belirlenir. Klasik tonal armonide akorlar, bir sesin
üzerine üçlü aralıkların üstüste konulması ilkesiyle kurulurlar. Bu üçlülerin büyük
(majör) veya küçük (minör) olmalarından doğan kombinasyonlarla da akorların
cinsi belirlenir (Vikipedi, 2009:çevrimiçi).
Makam: Türk müziğinde kullanılan ses dizilerine verilen isimdir (Türkçe Bilgi,
2009:çevrimiçi).
Batı Musikisinde ‘Mod’ terimi, Türk Musikisinde ‘Makam’ adıyla
anılmaktadır. Klasik Batı müziğinde majör ve minör olmak üzere iki ana makam
bulunmaktadır. Majör makamlara Türk Musikisinde ‘Rast, Mahur, Acemaşiran’,
minör makamlara ise ‘Nihavend, Buselik’ gibi makamlar karşılık gelmektedir
(Tütem, 2009:çevrimiçi).
169
EK 2 – ANKET ANALİZ SONUÇLARI22
SORU/CEVAP �.Ü. B.Ü. TOP. G.T. %
Bir filmin izleyiciyi etkilemedindeki unsur… Görsel efektler / Ses efektleridir. 6 5 11 81 13,58 Hikaye / Senaryodur. 32 21 53 81 65,43 Müziklerdir. 2 4 6 81 7,41 Oyunculuk / Oyunculardır. 1 7 8 81 9,88 Diğer................................................. 3 0 3 81 3,70 Filmde müzik kullanmak çoğunlukla… Gereklidir, müzik olmazsa olmaz. 25 23 48 81 59,26 Yardımcıdır, müzik kısmen kullanılmalıdır. 17 14 31 81 38,27 Gereksizdir, müzik olmasa da olur. 0 0 0 81 0,00 Yanlıştır, müzik kullanılmamalıdır. 1 0 1 81 1,23 Diğer…………………………………. 1 0 1 81 1,23 Etkilendiğim bir filmin müziklerini, filmden sonra… Mutlaka bulup dinlerim. 18 23 41 81 50,62 Nadiren bulup dinlerim. 23 14 37 81 45,68 Film dışında bulup dinlemem. 3 0 3 81 3,70 Film müziklerini genelde… Rapidshare’den yüklerim. 3 10 13 78 16,67 Paylaşım programlarından indiririm. (Limewire vs.) 28 18 46 78 58,97
İnternetten online dinlerim. 7 5 12 78 15,38 Soundtrackler satın alıp dinlerim. 3 4 7 78 8,97 Diğer…………………………. 0 0 0 78 0,00 Film müziği, genelde sahnelerde… Asıl duyguyu veren unsurdur, etkiyi yaratır. 7 4 11 81 13,58 Duyguyu destekler, etkiyi arttırır. 37 33 70 81 86,42 Herhangi bir etkisi yoktur. 0 0 0 81 0,00 Gerçekliği bozar, dikkati dağıtır. 0 0 0 81 0,00 Televizyon dizilerinin izlenmesinde müziğin; Çok etkili olduğunu düşünüyorum. 23 8 31 81 38,27 Sadece destekleyici olduğunu düşünüyorum. 18 24 42 81 51,85 Çok az etkili olduğunu düşünüyorum 2 5 7 81 8,64 Hiçbir etkisinin olmadığını düşünüyorum. 0 0 0 81 0,00 Diğer……………………………… 1 0 1 81 1,23 Dizi izlerken… Müzikleri genelde farketmem. 2 0 2 81 2,47 Müzikler sadece dialogsuz yerlerde dikkatimi çeker. 10 13 23 81 28,40 Müziklere çoğu zaman dikkat ederim. 30 24 54 81 66,67 Diğer……………………………….. 2 0 2 81 2,47 Katıldığınız düşünceleri işaretleyiniz. Normalde beğenmeyeceğim bir şarkıyı, filmde beğendiğim olmuştur. 28 24 52 81 64,20
Normalde etkilenmeyeceğim bir sahneden müzik sayesinde etkilendiğim olmuştur. 31 33 64 81 79,01
Müzik, kendimi filme kaptırmamı sağlar. 28 26 54 81 66,67 “Müziksiz bir film” fikri kulağa pek hoş gelmiyor. 36 32 68 81 83,95
Gerilim sahnesi, sırf müziği nedeniyle beni güldürebilir. 23 17 40 81 49,38
22 İ.Ü:İstanbul Üniversitesi, B.Ü:Bilgi Üniversitesi, Top:Toplam, G.T:Genel Toplam